Barış İsteği ve Ayak Oyunları




Devletin her defasında nihai diz çöktürme ve bitirme nidalarıyla yola çıkarak sağa sola kükrediği dönemleri çokça yaşadık. Hepsinin sonunda çok acı çekildi, çok insanın bağrı yandı. Çok insan sevdiklerini toprağa gömdü. Çok insan yüreklerinde derin özlemlerle kendi iç dünyalarında sellerle boğuştu.

İşte yeni bir acı döneminin içine düştük. Acı döneminin güdümlü bombaları yürekleri dağlıyor. Dağdan kopup gelen her haberin acı yanı annelerin, babaların, kardeşlerin, çocukların dünyasında derin yaralar açıyor. İster asker ister gerilla olsun ölümle temas eden her kalp yerinden fırlıyor. Bir an duruyor. Sanki hiç çarpmayacakmış gibi kemiriyor insanoğlunun kalbini ve ruhunu…

En alasından ağıtlar ciğerlerimizi dağlarken gözlerdeki umutlu bekleyiş yerini hüzne bırakıyor. Gerçek insanlar şunu söylüyor: “Bırakın gencecik canlar yaşasın. Bizimle kırlarda bayırlarda koşsunlar… Sevgilileri olsun, nişanları, düğünleri olsun… Umutları ve hüzünleri olsun, iyi günleri ve kötü günleri olsun...”

Devlet kendi vatandaşına yiğitlik yapar mı? Türkiye Cumhuriyeti, yanıbaşındaki Suriye'ye öğütler verirken ve tehditler savururken kendi yaptıklarını bir güzel süsleyip kamuoyuna sunuyor. Türkiye devletinin insan haklarıyla ilgili tüm beyanname ve belgelere ve insanoğlunun tüm içtihatlarına aykırı politikaları nedeniyle otuz yıldır süren savaşın sonuçları, gençlerin kanları üzerinden yiğitlik taslayanları değilse de halkın büyük çoğunluğunu yaralıyor.

Hepimiz yaşanan acının merkezindeyiz. Esas olarak mağduriyet, ezilmişlik, haksızlıktan kaynaklanan bu savaş bitmelidir. Hükümetin sadece askeri alanda değil sivil alana dönük savurduğu salvolardan mazlumlar korkmayacaktır. Ancak acıları katmerleşecektir. Çünkü Kürtlerle devletin savaşı, varlık ile yokluğun mücadelesidir. Devletin dayattığı ölüm, yokluk, hiçlik ve esarete karşı özgürlük ve yaşam düşünün peşine düşmek her insanın doğal davranışıdır. Çünkü beraber yola çıkan iki halktan birisi ihanete uğramış, bütün haklı istek ve söylemleri zora dayalı bir biçimde bastırılmıştır.

Yalnızlığa ve yoksulluğa terk edilen her insan topluluğunun talepleri görmezden gelinirse mağduriyetin dili anlaşılamaz. Şiddet ve savaş Kürtlerin kendi tercihlerinden kaynaklanmamaktadır. Kürtleri güçlü kılan sadece haklılıkları ve bu haklılıktan aldıkları cesarettir. Kutsal ve tekçi devletçiler, epey bir zamandır Kürtlere ve mazlumlara ölüm yollarını yeniden açmaktan bahsediyorlardı zaten. Bunun planları yapılıyordu. Özel ordu kuruluyordu mesela. Barışmak isteyen bir yapı neden ordu kursun ki?

Meğerse yeniden kutsal devletçilerin ayakları, uçakları, tankları, silahları altında ezilmeye mahkûm olacaktık. Oylarını bile saymıyorlar; onları ülkenin lanetlileri, ayak bağı olarak görüyorlardı. Yaklaşık on yıldır iktidarda olmalarında rağmen barış isteği ayak oyunlarıyla çocuk oyuncağına çevrilmeye çalışılıyordu.

İktidar sahipleri yeniden kokmuş aşları pişirip tekrar tekrar Kürtlerin önüne sürerken bir yandan da yardım kampanyaları ile ruhlar inceltiliyor... Kuşkusuz ki aç olarak ölmek kadar haksız olarak savaşmak da kötüdür.

Aslında başta söylenmesi gerekeni sonda söylemiş olalım. “bu savaşın yeniden başlamasının gerçek nedeni, on yıldır Kürtleri salak yerine koyan devletin çözüm konusundaki oyalamacı ve ikircikli tavrıdır.” PKK’nin bazı yanlış savaş politikaları ise savaş yolunun açılması için bilenenlere davetiye niteliğinde oldu ne yazık ki….

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Varmış Bir Yokmuş!

Kom Geleneğinin Oluşumu ve Sanata Biçilen Roller

Cumhuriyet’ten Günümüze Kürt Müziği(2)