Kayıtlar

Nisan, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bizi Hakikatten Ayıran Kültür Başkenti

Bu ülkede bir gün bir ay, bir ay da bir yıl kadar uzundur.İş hatırlamaya gelince "mümkün olduğunca erken unutmak" adettendir. Her gün ülkenin katil, linç hanesine yeni eklerle karşılaşıyoruz. Kültürlüyüz deyip her gün öldürmeye devam ediyoruz. Kültürlüyüz deyip Ermeniyi, Kürdü kendi dilinde konuşturmuyoruz. Katillerin, linççilerin bir süre için meşgul etmiş olduğu hapishanelerde yerler açılıyor. Kelepçelenmiş Kürtleri kapatmak için. Faşizmin en önemli göstergelerinden biridir sıra sıra dizilmiş insanlar. Tektipleştirmek faşizmin özüne uygun bir yaklaşım. Peki kültürel zenginlik bunun neresinde kalıyor dersiniz? Nicedir “kültürel zenginlik” şokundan kendimi alıp yazamadım şu kültür başkenti hikâyesini. Kültürel zenginlik konusunda başa yarıştığını iddia eden anlayış, Romanlarla biraz eğlenip tabiri caizse kurtlarını döktükten sonra onları İstanbul’un en ücra köşelerine fırlatmış mıydı acaba? İstanbul, kültür başkenti olacak diye Sulukule’de oturan Romanlar, kültürleriyle birli

DTP’nin Kapatılması: “Barış ve Kardeşlik Bahane; Savaş Şahane”

“Türkiye ve değişim” kelimelerini yan yana düşünmek “teklik” arzusunun yarattığı kaos ortamında her defasında karşımıza “korku, düşmanlık, linç, kabullenmezlik” duygularını çıkarıyor. Anayasa Mahkemesi’nin “barış ve kardeşlik bahane; teklik, statüko, savaş şahane” tadındaki kararı, Kürtlerin siyasi alanda mücadele etme planının ne kadar zor olduğunu bir kez daha ispatladı. Başından beri AKP’nin DTP’yi manipüle etme, PKK’yi tasfiye etme planlarını bilmeyenimiz yok. Batasuna örneğini veren AKP, sıranın kendisine bir daha gelebileceğini unutmuşa benziyor. Oysaki Ergenekon ile başlayan mücadeleyi kimin kazanacağını henüz bilmiyoruz. Mücadeleyi CHP-MHP-Ergenekon-Ordu (ileriki dönemde M. Sarıgül ve Abdullatif Şener’in de bu cepheye dahil olacağını göreceğiz) kazanırsa hiç şaşmam. Nitekim DTP kararı, AKP’nin tasfiyesini de akla getirmiyor değil. AKP, bu savaşı bitirmeyenlerin her defasında nasıl iktidardan uzaklaştığını biliyordur sanırım. Türk devlet geleneğinde, barış söylemlerinin ardında

Tarihsel Bellek: “Yalanlarla ve Hilelerle Baş etmek”

Özlemi duyulan objektif bir tarih yazımı için araştırma yapmak ve yazmak toplumsal bellek açısından önemlidir. Son olarak Dersim tartışmaları sırasında insanların, çoğu zaman ezbere konuşma geleneğinin dışına çıkamadıklarını bir kez daha gördük. Çünkü Dersim tartışması bize şunu hatırlattı; “katliam olduğunu söylüyorsan dayanaklarını, kaynaklarını, sözlü tarih çalışmalarını göstermelisin” Esasen bunun bir katliam olduğunu o döneme tanıklık eden yaşlılardan biliyoruz. İnsanlar, katliamı birinci ağızlardan dinleme imkânına sahip olmuştur. Ancak bunların arşivlenmesi, belgelendirilmesi aşamasının çok yetersiz olduğunu söylemeliyiz. 1938 yılı uzak bir tarih olmamasına rağmen toplumsal belleklerin bu kadar bulandırılması, zayıflaması anlaşılmazdır. Sanki olay, M.Ö 4000 yılında olmuş biz de dönemin kaynakları hakkında yeterli bilgiye ulaşamıyoruz havasına girmek anlamsızdır. Shahrzad Mojab o dönemler için özetle; “uluslararası düzenin, Birleşmiş Milletlerin, Kürtlerin kendilerini ifade etme

Açılımda Küçük Bir Test

Yaz ortasından beri “demokratik açılım süreci” adı altında yaşanan gelişmelerin nereye evrileceğini doğrusu herkes merakla bekliyordu. Kimi çevrelere göre PKK'yi tasfiye, DTP'yi marjinalize etme amacı taşıyan bu devlet projesi, Kürtlerin gözünü boyamaktan öteye geçmeyecekti. Kimi çevreler sürecin Kürtlerle sınırlı kalmasını eleştirirken, kimi çevreler gerçek bir demokrasi için anayasal değişikliklerin şart olduğunu; AKP’de ise böyle bir iradenin belirmediğini öne sürüyordu. MHP ve CHP gibi ırkçı partiler hariç sürecin, gerçek bir kardeşleşme ve barış ile nihayete ermesi gerektiğini söyleyenlerin sayısı da azımsanacak gibi değildi. AKP’nin açılımdaki ısrarı, Taraf, Star, Zaman, Yeni Şafak gibi gazete çevrelerinin ve demokratların yüreğine su serperken uzun bir süre “muhatap sorunu” ile meşgul olundu. Büyük oranda böyle bir sürecin yükünü tek başına kaldıramayacağı anlaşılan DTP, süreçte sürekli olarak Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini dillendirip durdu. Öcalan ise kendi cep

Askeri Yardıma Çağırma Geleneği

Türkiye’nin tarihi bize militaristlerin doğruları neyse bu ülkenin yalanlarının tam da onlardan ibaret olduğunu söyler. Eleştirdiğimiz bazı yönleri olsa da Taraf gazetesinin militarizmin ipini pazara çıkarmasına çok şey borçluyuz. Kalın ve yüksek duvarlarla örülmüş “devlet ideolojisinin ve onun dayandığı üstün hukuk” dayanağının aşılması için Taraf gazetesinin yürütmüş olduğu mücadele çok değerli. Başından beri Türkiye’nin problemlerini çözebilmesi için öncelikle “ordunun sivil alandan tamamen çekilmesi gerektiği yönündeki Taraf stratejisi” önemli aşamalar kaydetti. Ordudan ödü kopan AKP hükümetine bile zaman zaman cesaret verdi. Demokrasi taleplerinin tamamen kulak ardı edildiği zamanlarda gündem yaratmayı başardı Taraf. Toplumsal gelişimi ve değişimi, tekellerindeki “enjeksiyon sistemi”ne bağlayan militarist devlet anlayışının hukuki anlamda sığındığı anayasal maddelerin tartışılmaya başlanması, toplumun kendi kararlarını sivil siyaset yoluyla almasına vesile olabilir. Bu ise Türki

Üstünlük İdeolojisi ve Ötekinin Gücü

Aklını yitirmiş bir toplumun problem çözme kapasitesi sınırlıdır. Çünkü önce yitirilmiş aklın bulunması gerekir. Cumhurbaşkanı Gül’ün Kürt sorunuyla ilgili yarım ağız konuşmaları bu ülkede düşünce üzerindeki baskılardan ülkenin en üst düzey yöneticisinin bile payına düşeni aldığını gösteriyor. Hoşgörü, tesamüh ve müsamaha çerçevesinin dışına çıkmayan bir adıma karşın Kürtlerin on adımla karşılık verdiğine tanık oluyoruz. Onu kullanan kesimlerce bir “üstünlük” bağışladığından sorunlu bir kavram olan hoşgörü; barışa olan özlem için önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Dinsel, kültürel, siyasal bakımdan Kürt sorunuyla ilgili en üst düzeyde söylenen sözlerin “ötekine” katlanma, ona dönük bir jest/lütuf olarak yansıtılmasının altında hangi gerçeklerin yattığını çoğumuz ırkçı ders kitaplarından biliyoruz. Bu tolerans/hoşgörü, “ötekine” tanınmış bir hayat hakkını ifade eder. O hayat, Türk’ün ulu devletinin tanıdığı bir haktır. Onu veren de alacak olan da yüce! Türk devletidir. Ancak soru

Akıl Ne Yana Düşer Vicdan Ne Yana?

Türkiye ilginç bir ülke. Güçlü bir potansiyeli olmasına rağmen ekonomik, teknolojik, eğitsel ve insan hakları açısından gelişmişlikte dünya sıralamasının en alt basamaklarında yer alması insanı ister istemez düşündürüyor. Medya-yorum girişlerini yaptığımız için Türkiye’nin gerçek gündeminin ne kadar sık değiştiğini gözlemleme imkânımız oluyor. Ancak tüm bu hengame içinde hemen hiç değişmeyen temel gündemlerden birinin Kürt sorunu ve onun etrafında yaşanan gerginlikler ve hak ihlalleri olduğu gözden kaçmıyor. Bu yüzden doksan yıllık bir sorunun birikiminden bahsedilmesi kadar doğal bir şey olamaz sanırım. Bu doksan yıllık yorgunluğun nedenleri herkesin malumu ancak devletin şiddet kullanımındaki dozuna her gün farklı versiyonlar ekleniyor. Öyle ki denenmedik şiddet ve öldürme yöntemi kalmadı sanırım. Şiddet kullanımında sınır tanımazlık savaş kurallarını da alt üst edecek nitelikte. Şiddet, bir konsept biçimi olarak sadece gerillaya karşı yapılan operasyonlarda değil ülkenin en ücra kö

Kom Geleneğinin Oluşumu ve Sanata Biçilen Roller

1970’li yıllardan itibaren çeşitli isimler altında örgütlenme çalışmalarına girişen Kürt hareketi, esas olarak sol bir terminoloji ve dünya görüşünü referans almaktaydı. Örgütlenme perspektifine paralel olarak bireysel sanatçı, yerini kolektif çalışma anlayışını ön plana çıkaran toplumcu sanatçıya bırakır. Mücadelenin bireysel değil kolektif bir anlayışla sürdürülebileceği fikri gittikçe güçlenmeye başlar. İşçi dernekleri ve sendikaların kendi küçük performans müzik grupları ortaya çıkar. Kaldı ki bu dönemdeki baskılar ve ölüm tehditlerinden dolayı bireysel olarak bir karşı duruş sergilemek çok da mantıklı değildi. Marksist ideolojiden beslenen, sanatçıyı toplumsal bir varlık olarak, fiziksel ve düşünsel açıdan sanatsal ürününü toplumsal bir yaratı olarak gören, dolayısıyla da yaratılan bu sanatın “toplum için olduğunu” savunan bir anlayış söz konusudur. Buna göre sanatçı, topluma karşı sorumluluk sahibi olmalıdır. Sanatçı, toplumsal eşitsizlikleri ve sömürüyü görüp bunları deşifre etm

Türkiye’nin “Batılı Ulus Devlet” Penceresinden “Kürt İmgesi”

Klasik tespittir Türkiye Cumhuriyet’inin batılı bir ulus yaratma kaygısından hareketle 1920’lerde yeni bir devlet olarak kurulduğu. Fakat böyle bir kaygı veya perspektif olsa bile Türkiye tam anlamıyla ne bir ulus devlet ne de batılı bir devlet olmuştur. Ulus devlet olamamasının önündeki büyük engel Kürtler olurken batılı bir devlet olamamasının önündeki büyük engel ise düşüncenin sürekli baskılanması ve teklik arzusudur. Batılı bir ulus devlet olamayan Türkiye, batılıların kendisine yönelen oryantalist bakışından o kadar eziktir ki Kürdistan’ı kendi sınırlarındaki oryantalist bakışın esiri yaparak bir nebze de olsa rahatlamaya çalışmıştır. Bu bakış, ana akım medya, eğitim ve devlet kadroları tarafından sürekli beslenmiş ve büyütülmüştür. Öyle ki Kürdistan medeniyetten ve çağdaş düşünceden uzak, geri, tamamen feodal, kadını sürekli ezen bir mekândır. Bu yaklaşım ile ülkenin Sivas’tan Batı’ya doğru olan kısmı çağdaş, eğitimli, düşünceye sahip çıkan bir konuma yükseltilirken Sivas’tan “D

Diktacı Eğitim Modeli ve Sarı Gelin Belgeseli'nin İç Yüzü

Genelkurmay desteğiyle hazırlanan ve 25 Haziran 2008 tarihinden itibaren Milli Eğitim Bakanlığı ve İl Kültür Müdürlükleri aracılığıyla, aralarında Ermeni okullarının da yer aldığı bütün ilköğretim okullarına dağıtılan “Sarı Gelin: Ermeni Sorununun İç yüzü” adlı belgeselin Mili Eğitim Bakanlığı’nın genelgesi gereğince, öğrencilere izletilmesi ve sonuç raporlarının 27 Şubat 2009 Cuma mesai bitimine kadar il müdürlüklerinin kültür bölümüne gönderilmesi istendi. Ardından 15 milyon öğrenciye dayatılmaya çalışılan bu “eğitim zorbalığı” planlaması deşifre edildi. Sonuçta baltayı taşa vurduğunu gören MEB, uygulamadan şimdilik vazgeçmiş görünüyor. Peki bu belgesel dayatmasını da göz önünde bulundurarak Türk eğitim sisteminin yapısına dair ne söylenebilir? Klasik yaklaşımlar eğitimi; “bireyin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istenilen/istendik yönde değişme meydana getirme süreci” şeklinde tanımlıyor. Egemen ana akım yaklaşımın öğrenmeye bakış açısı ise: “bilgi, öğren

Ergenekon: Muhaliflerin İzleyeciliği

Ergenekon Davası’nın geldiği son aşama muhalif yapıların, insan hakları kurumlarının ve aktivistlerin, DTP, ÖDP, EMEP gibi siyasi partilerin, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve sendikaların kafa karışıklığı ile özetlenebilecek (birkaç istisna hariç) “izleyici” politikalarının da katkısıyla tam bir fiyasko ile kapanmak üzere. Başından beri sözkonusu davaya seyirci kalmanın ötesine geçememek şeklinde özetlenebilecek bir durum yaşanıyor. Esasında dava, gerçeklerin deşifrasyonu açısından önemli fırsatlar sunmasına rağmen “ABD destekli, AKP-ordu uzlaşması” değerlendirmelerinin ötesine geçip net bir politika geliştirilebildiği söylenemez. İnsan hak ve hukukunun ayaklar altına alındığı, sivil alanın daraltıldığı, şiddet olgusunun yüceltildiği ve tüm bunlar neticesinde binlerce faili meçhul cinayeti işleyen derin değil apaçık devlet anlayışının deşifrasyonu AKP yanlısı medyanın insafına terk edilmiş durumda. Tüm bu süreçte solcuların ABD karşıtı olma sevdası, Kürt hareketinin de “TRT 6 ve

Kürt Planı ve TRT 6

TRT 6 girişimi için her gün onlarca görüş ortaya atılıyor. Kürtçe’nin farklı lehçelerinde yayın yapacak olan bu televizyon kanalı, şimdiden mizahçılara iyi veriler sunacak gibi. Hani iyi mizah, büyük trajedilerden doğar derler ya Kürtçe kanalın Kürt hareketi açısından istenirse çok iyi bir siyasi koz ve mizah aracı olarak kullanılabileceğini düşünüyoruz. Nitekim ilginç tespitler yapılmaya başlandı bile: “Şivan Perwer mi, Şivan Perver mi, Muhsin Kızılkaya mı, Muxsîn Qizilqaya mı? Nevruz mu Newroz mu? Görünen o ki TRT 6 dilbilimciler için de sunacağı malzeme ile inanılmaz tespitlere vesile olacak. Kamusal yayın yapacak olan TRT 6, yayınını yapadursun binlerce köy adı değiştirilen, çocuklarına ve sokaklarına Kürtçe isim koyamayan bir halk, bu ikilikleri deşifre edebilirse; Kürtçe ile ilgili ceza alan insanlar tazminat davası açma, dilinden ve kültüründen dolayı yasaklananlar, gözaltına alınanlar, hapse atılanlar, belediye başkanlığı görevinden alınanlar, sahnelerinden indirilenler, albüml