Akıl Ne Yana Düşer Vicdan Ne Yana?
Türkiye ilginç bir ülke. Güçlü bir potansiyeli olmasına rağmen ekonomik, teknolojik, eğitsel ve insan hakları açısından gelişmişlikte dünya sıralamasının en alt basamaklarında yer alması insanı ister istemez düşündürüyor. Medya-yorum girişlerini yaptığımız için Türkiye’nin gerçek gündeminin ne kadar sık değiştiğini gözlemleme imkânımız oluyor. Ancak tüm bu hengame içinde hemen hiç değişmeyen temel gündemlerden birinin Kürt sorunu ve onun etrafında yaşanan gerginlikler ve hak ihlalleri olduğu gözden kaçmıyor. Bu yüzden doksan yıllık bir sorunun birikiminden bahsedilmesi kadar doğal bir şey olamaz sanırım. Bu doksan yıllık yorgunluğun nedenleri herkesin malumu ancak devletin şiddet kullanımındaki dozuna her gün farklı versiyonlar ekleniyor. Öyle ki denenmedik şiddet ve öldürme yöntemi kalmadı sanırım.
Şiddet kullanımında sınır tanımazlık savaş kurallarını da alt üst edecek nitelikte. Şiddet, bir konsept biçimi olarak sadece gerillaya karşı yapılan operasyonlarda değil ülkenin en ücra köşelerine kadar sirayet etmiş artık. Bu hususta Türkiye’nin eline su dökecek az sayıda ülke kaldı. Şiddet odaklı çözüm yönteminden çocuklar, anneler, yaşlılar, gençler diğer bir ifadeyle toplumun her kesimi nasibini almaktadır. Bu biçim kendisini eğitimden siyasete, kültürden sanata, siyasetten medyaya kadar her alanda hissettirmekte. Toplumsal bir histeriye dönüşmüş olan bu olgu, başlı başına akademik çalışmalara konu olması gereken boyuttadır.
Sanırım dünyada şiddete eğilim konusunda bir araştırma yapılsa Türkiye, sıralamanın en başında yer alacak ülkelerden biri olacaktır. Ne de olsa görünen köy kılavuz istemez. Şahsi kanaatim şiddet olgusunun militarizmden kaynaklandığı eğitim ve özellikle son yıllarda medya ile de beslendiği yönünde. Sivilleşmesini tamamlayamayan bir ülkede bir Genelkurmay Başkanı’nın düzenlediği basın toplantısının, başbakanın düzenlediği basın toplantısından daha fazla ilgi görmesi de normal. Ve Genelkurmay Başkanı’nın askere otonomi ister nitelikteki talepleri sorgusuz sualsiz ana akım medya tarafından haklı bir talep olarak işlenebiliyor. Milliyetçilik fikrinin ırkçı uçlarda seyretmesi ve pragmatist yaklaşımlar neticesinde “vatan, millet” söylemine yaslanan politikacıların tutumu militarizmin değirmenine su taşımaya devam ediyor. Başbakan yardımcısı Cemil Çiçek’in seçimlerden sonra DTP ile ilgili açıklamaları asker ve polis tarafından anında şiddet olarak Kürtlere yansıtıldı. Çocuklar, gencecik insanlar güpegündüz başlarından vurularak öldürüldü. Örneğin Abdullah Öcalan’ın doğum günü nedeniyle Halfeti’de iki gencin başından vurularak öldürülmesi hakkedilmiş bir ölüm olarak işlendi. Suçlu(?) bile olsa bir insanın öldürülmesinin suç teşkil etmesi olgusu hukuk tarafından göz ardı edilebildi.
Çocuklara uygulanan şiddet ve verilen hapis cezaları da gösteriyor ki militarizm; eğitim ve medyanın yanı sıra temel dayanağını Türkiye’nin hukuk sisteminden almaktadır. Hukuk sistemiyle kendisini garantiye alan bir şiddet, elbette sorgulanamazdır. Ne de olsa şeriatın kestiği parmaklar bazılarını acıtmıyor. Şiddet uygulayanların tüm bu aşamalarda güvendikleri ve de önemli bir manipülasyon aracı haline getirdikleri “hukukun üstünlüğü” söylemi, adalet kavramının kirletilmiş çamaşırlarını gözler önüne seriveriyor. Cinayet işleyenler ve işkence yapanlar “vatan kavramı” etrafında “hukukun üstünlüğü”ne sığınmaya devam ediyor.
Üst(ün) hukuk(u); katilleri, işkencecileri aklamanın bir aracı haline getirilebiliyor. Sıradan bir vatandaş bile vatan kavramı üzerinden “hukuk dağıtma” işini kendisi üstlenebiliyor. Belli aralıklarla özellikle Kürtlere karşı geliştirilen linç girişimleri ve bir vatandaşın pompalı tüfekle gösteri yapan Kürtlere ateş etmesi buna iyi bir örnektir.
Medyanın şiddet kullanan güvenlik(?) güçlerini destekler nitelikteki yaklaşımı, ortaya içler acısı ikircikli bir durum çıkarmaktadır. Okullarda işlenen Dil ve Anlatım derslerinde Haber Yazıları konusunun temel dayanağı 5N 1K yöntemi olarak verilir. Ancak ana akım Türk medyasının 1K’yı(Kim sorusunu) sorma aşamasında haber etiğini ayaklar altına aldığını akıl sahibi her insan anlayabilir. Şiddeti uygulayanın Kim? olduğu ve olayın Neden?i nedense hiç irdelenmez. Çoğu zaman Neden sorusuna farklı bir kılıf uydurulur. Örneğin Kürt çocuklarının polisi ve askeri taşlamasının ardındaki gerçekler göz ardı edilir. Öldürenin, işkence yapanın Kim? olduğu hep saklı tutulur. Devleti bölmeye çalışan 9-16 yaşlarındaki düşmanlar böylece işbirliği ile bertaraf edilmiş olur!
Ece Ayhan, Meçhul Öğrenci Anıtı adlı şiirinde solgun halk çocuklarının isyan nedenini anlatır. Çocuklarını döven “devlet babay”ı suçlayan Ayhan, devlet tarafından “ölüm”le cezalandırılan gençlere dikkati çekmek ister. Devlet dersinde öldürülen nice gençlerin kendi derslerinde okumasını ister aslında. (vurgu bana aittir)
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
(… )
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek
Son günlerde çocuklara karşı uygulanan baskılar ve tutuklama kararlarının yanı sıra taş atan çocuklara karşı aynı mahallenin çocuklarının karşı gruptakilere taş atılmasının polisler tarafından teşvik edilmesi ise işin ne derece trajik boyutlara vardığının kanıtı aslında. Ekranlardan izlediğimiz kadarıyla taş atan çocuklar “terörist” olarak lanse edilerek cezaları ise “devletine sahip çıkan mahalle arkadaşları”na verdirilmeye çalışılıyor. Polis bir ara taş atan çocuklara top ve çikolata dağıtıp onları ikna etmeye çalışıyordu. Bu yöntem tutmamış olacak ki ya copuna sarılıp çocukları öldüresiye dövüyor ya panzerle eziyor ya da direkt “muhteşem” silahından çıkan kurşunla onları öldürüyor.
Bırakın yetişkin insanların hakkını, çocukların haklarını bile elinden almaya çalışan bir devletin akıbetinin parlak olacağını düşünmek ne kadar mantıksız. Kimi kaynaklara göre gözaltına alınan, tutuklanan veya ceza alan Kürt çocuklarının sayısı binleri aşıyor. Yine son yıllarda asker veya polis tarafından öldürülen Kürt çocukların sayısı elliyi aşıyor. Terazisi bozuk bir adalet, çocuklarına bile düşman ise çocuklarının o ülkeyi sevmeleri için nasıl bir yalan uydurmak gerektiğini varın siz düşünün. Bu ülkenin aklı kadar vicdanı da çocuklara uygulanan işkence ve onlara reva görülen ölüm ve hapis cezalarıyla ağır yaralar almaya devam ediyor. Aklını yitirmiş bir toplumun vicdanına sahip çıkması zaten beklenemez. Geçenlerde camdan trafiğin yoğun olduğu caddeyi seyrederken şunu gördüm. Beyaz bir köpek araba yolundan karşıya geçerken önce sağına sonra soluna bakıp geçti. Fakat insanların önemli bir kısmı bu işlemi yapmayı bile akıllarına getiremiyorlardı. Yine televizyonda bir haber bülteninde şunu izledim. Ana yolda araba çarpması sonucu ağır yaralanan bir köpeği, insanlar değil de başka bir köpek yolun kenarına çekmeye çalışıyordu. O esnada yitirilmiş aklın vicdansızlık getirdiğine bir kez daha inandım. O yitirilmiş akıl ben bu satırları yazarken Mardin’de 47 canı devletin sivri uçlu kurşunlarıyla hayattan koparıp alıyordu. Ve yitirilmiş akıl, vicdansızlığını bir kez daha kanıtlıyordu.
Şiddet kullanımında sınır tanımazlık savaş kurallarını da alt üst edecek nitelikte. Şiddet, bir konsept biçimi olarak sadece gerillaya karşı yapılan operasyonlarda değil ülkenin en ücra köşelerine kadar sirayet etmiş artık. Bu hususta Türkiye’nin eline su dökecek az sayıda ülke kaldı. Şiddet odaklı çözüm yönteminden çocuklar, anneler, yaşlılar, gençler diğer bir ifadeyle toplumun her kesimi nasibini almaktadır. Bu biçim kendisini eğitimden siyasete, kültürden sanata, siyasetten medyaya kadar her alanda hissettirmekte. Toplumsal bir histeriye dönüşmüş olan bu olgu, başlı başına akademik çalışmalara konu olması gereken boyuttadır.
Sanırım dünyada şiddete eğilim konusunda bir araştırma yapılsa Türkiye, sıralamanın en başında yer alacak ülkelerden biri olacaktır. Ne de olsa görünen köy kılavuz istemez. Şahsi kanaatim şiddet olgusunun militarizmden kaynaklandığı eğitim ve özellikle son yıllarda medya ile de beslendiği yönünde. Sivilleşmesini tamamlayamayan bir ülkede bir Genelkurmay Başkanı’nın düzenlediği basın toplantısının, başbakanın düzenlediği basın toplantısından daha fazla ilgi görmesi de normal. Ve Genelkurmay Başkanı’nın askere otonomi ister nitelikteki talepleri sorgusuz sualsiz ana akım medya tarafından haklı bir talep olarak işlenebiliyor. Milliyetçilik fikrinin ırkçı uçlarda seyretmesi ve pragmatist yaklaşımlar neticesinde “vatan, millet” söylemine yaslanan politikacıların tutumu militarizmin değirmenine su taşımaya devam ediyor. Başbakan yardımcısı Cemil Çiçek’in seçimlerden sonra DTP ile ilgili açıklamaları asker ve polis tarafından anında şiddet olarak Kürtlere yansıtıldı. Çocuklar, gencecik insanlar güpegündüz başlarından vurularak öldürüldü. Örneğin Abdullah Öcalan’ın doğum günü nedeniyle Halfeti’de iki gencin başından vurularak öldürülmesi hakkedilmiş bir ölüm olarak işlendi. Suçlu(?) bile olsa bir insanın öldürülmesinin suç teşkil etmesi olgusu hukuk tarafından göz ardı edilebildi.
Çocuklara uygulanan şiddet ve verilen hapis cezaları da gösteriyor ki militarizm; eğitim ve medyanın yanı sıra temel dayanağını Türkiye’nin hukuk sisteminden almaktadır. Hukuk sistemiyle kendisini garantiye alan bir şiddet, elbette sorgulanamazdır. Ne de olsa şeriatın kestiği parmaklar bazılarını acıtmıyor. Şiddet uygulayanların tüm bu aşamalarda güvendikleri ve de önemli bir manipülasyon aracı haline getirdikleri “hukukun üstünlüğü” söylemi, adalet kavramının kirletilmiş çamaşırlarını gözler önüne seriveriyor. Cinayet işleyenler ve işkence yapanlar “vatan kavramı” etrafında “hukukun üstünlüğü”ne sığınmaya devam ediyor.
Üst(ün) hukuk(u); katilleri, işkencecileri aklamanın bir aracı haline getirilebiliyor. Sıradan bir vatandaş bile vatan kavramı üzerinden “hukuk dağıtma” işini kendisi üstlenebiliyor. Belli aralıklarla özellikle Kürtlere karşı geliştirilen linç girişimleri ve bir vatandaşın pompalı tüfekle gösteri yapan Kürtlere ateş etmesi buna iyi bir örnektir.
Medyanın şiddet kullanan güvenlik(?) güçlerini destekler nitelikteki yaklaşımı, ortaya içler acısı ikircikli bir durum çıkarmaktadır. Okullarda işlenen Dil ve Anlatım derslerinde Haber Yazıları konusunun temel dayanağı 5N 1K yöntemi olarak verilir. Ancak ana akım Türk medyasının 1K’yı(Kim sorusunu) sorma aşamasında haber etiğini ayaklar altına aldığını akıl sahibi her insan anlayabilir. Şiddeti uygulayanın Kim? olduğu ve olayın Neden?i nedense hiç irdelenmez. Çoğu zaman Neden sorusuna farklı bir kılıf uydurulur. Örneğin Kürt çocuklarının polisi ve askeri taşlamasının ardındaki gerçekler göz ardı edilir. Öldürenin, işkence yapanın Kim? olduğu hep saklı tutulur. Devleti bölmeye çalışan 9-16 yaşlarındaki düşmanlar böylece işbirliği ile bertaraf edilmiş olur!
Ece Ayhan, Meçhul Öğrenci Anıtı adlı şiirinde solgun halk çocuklarının isyan nedenini anlatır. Çocuklarını döven “devlet babay”ı suçlayan Ayhan, devlet tarafından “ölüm”le cezalandırılan gençlere dikkati çekmek ister. Devlet dersinde öldürülen nice gençlerin kendi derslerinde okumasını ister aslında. (vurgu bana aittir)
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
(… )
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek
Son günlerde çocuklara karşı uygulanan baskılar ve tutuklama kararlarının yanı sıra taş atan çocuklara karşı aynı mahallenin çocuklarının karşı gruptakilere taş atılmasının polisler tarafından teşvik edilmesi ise işin ne derece trajik boyutlara vardığının kanıtı aslında. Ekranlardan izlediğimiz kadarıyla taş atan çocuklar “terörist” olarak lanse edilerek cezaları ise “devletine sahip çıkan mahalle arkadaşları”na verdirilmeye çalışılıyor. Polis bir ara taş atan çocuklara top ve çikolata dağıtıp onları ikna etmeye çalışıyordu. Bu yöntem tutmamış olacak ki ya copuna sarılıp çocukları öldüresiye dövüyor ya panzerle eziyor ya da direkt “muhteşem” silahından çıkan kurşunla onları öldürüyor.
Bırakın yetişkin insanların hakkını, çocukların haklarını bile elinden almaya çalışan bir devletin akıbetinin parlak olacağını düşünmek ne kadar mantıksız. Kimi kaynaklara göre gözaltına alınan, tutuklanan veya ceza alan Kürt çocuklarının sayısı binleri aşıyor. Yine son yıllarda asker veya polis tarafından öldürülen Kürt çocukların sayısı elliyi aşıyor. Terazisi bozuk bir adalet, çocuklarına bile düşman ise çocuklarının o ülkeyi sevmeleri için nasıl bir yalan uydurmak gerektiğini varın siz düşünün. Bu ülkenin aklı kadar vicdanı da çocuklara uygulanan işkence ve onlara reva görülen ölüm ve hapis cezalarıyla ağır yaralar almaya devam ediyor. Aklını yitirmiş bir toplumun vicdanına sahip çıkması zaten beklenemez. Geçenlerde camdan trafiğin yoğun olduğu caddeyi seyrederken şunu gördüm. Beyaz bir köpek araba yolundan karşıya geçerken önce sağına sonra soluna bakıp geçti. Fakat insanların önemli bir kısmı bu işlemi yapmayı bile akıllarına getiremiyorlardı. Yine televizyonda bir haber bülteninde şunu izledim. Ana yolda araba çarpması sonucu ağır yaralanan bir köpeği, insanlar değil de başka bir köpek yolun kenarına çekmeye çalışıyordu. O esnada yitirilmiş aklın vicdansızlık getirdiğine bir kez daha inandım. O yitirilmiş akıl ben bu satırları yazarken Mardin’de 47 canı devletin sivri uçlu kurşunlarıyla hayattan koparıp alıyordu. Ve yitirilmiş akıl, vicdansızlığını bir kez daha kanıtlıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder