Askeri Yardıma Çağırma Geleneği

Türkiye’nin tarihi bize militaristlerin doğruları neyse bu ülkenin yalanlarının tam da onlardan ibaret olduğunu söyler. Eleştirdiğimiz bazı yönleri olsa da Taraf gazetesinin militarizmin ipini pazara çıkarmasına çok şey borçluyuz. Kalın ve yüksek duvarlarla örülmüş “devlet ideolojisinin ve onun dayandığı üstün hukuk” dayanağının aşılması için Taraf gazetesinin yürütmüş olduğu mücadele çok değerli. Başından beri Türkiye’nin problemlerini çözebilmesi için öncelikle “ordunun sivil alandan tamamen çekilmesi gerektiği yönündeki Taraf stratejisi” önemli aşamalar kaydetti. Ordudan ödü kopan AKP hükümetine bile zaman zaman cesaret verdi. Demokrasi taleplerinin tamamen kulak ardı edildiği zamanlarda gündem yaratmayı başardı Taraf.

Toplumsal gelişimi ve değişimi, tekellerindeki “enjeksiyon sistemi”ne bağlayan militarist devlet anlayışının hukuki anlamda sığındığı anayasal maddelerin tartışılmaya başlanması, toplumun kendi kararlarını sivil siyaset yoluyla almasına vesile olabilir. Bu ise Türkiye toplumunun “neyi muhafaza ettiği belli olmayan anlayışının” aşılmasına katkı sunacaktır.

12 Eylül ve öncesindeki askeri müdahaleler ile siyasi ve hukuki bir hesaplaşma içine girmek için başta muhaliflerin ve de neyi muhafaza ettiklerini çoğu zaman şaşıran statüko destekçilerinin uyanamama sorunundan bahsediyoruz. Kenan Evren: “Türk halkı yargılanmamı isterse yargıyı beklemem intihar ederim.” derken muhafazakârlara, Ergenekon destekçisi CHP ve MHP seçmenine, bir kısım solculara güvendiğini dile getiriyor aslında. Çokta haksız değil. Ne de olsa militarizmin zihin yapılarını şekillendirdiği destekçilerin 12 Eylül darbe anayasasına sahip çıkmak için bayraklarını alıp sokaklara fırladıklarına çok şahit olduk.

Devletin faaliyet alanı ve çerçevesinin anayasal normlarla sınırlandırılması için öncelikle sivil demokratik bir anayasanın yapılması gerekiyor. Türkiye esasen bir yönetmelikler, kanunlar, genelgeler cennetidir. Ve de bir ülkede kanunların sayısı ne kadar fazla ise o ülkede yolsuzluk, haksızlık o kadar fazla demektir. Demokratik olarak yönetilen sivil bir toplum olmak için öncelikle mevzuatlar ve bürokrasi cenneti olmaktan çıkmak lazım. Mevzuat cenneti olgusunun en kötü örneklerini Milli Eğitim Bakanlığı’nın onlarca genelgesini, yönetmeliklerini, kanunlarını inceleyerek anlayabiliriz.

“Yüce devlet” dedikçe Türkiye’nin dünya sıralamasındaki konumunun her geçen gün dipe vurduğunu görebilecek bir Türkiye halkını düşlemek kuşkusuz ki kolay değil. “Muhafazakâr” Türkiye halkının nihayetinde etten kemikten yaratılmış diğer dünya insanlarından üstün olmadığının farkına varması için “militarizm” ile ciddi bir hesaplaşma içine girmek gerektiği açıktır. Üstünlük ideolojisinin dağlara, taşlara, okul panolarına, ders kitaplarına sinmiş olan cümlelerinin değişmesi askeri anayasanın demokratik bir çerçeveye kavuşturulması ile olacaktır.

“Üstün hukuk ve devletin bekası söylemi” Türkiye toplumu açısından sistematik bir manipülasyon aracıdır. Militarist devlet geleneği, her zaman vatandaşından fedakârlık yapmasını, uğrunda ölmesini, kendisini sürekli yüceltmesini bekler. Bu anlayışta, her tartışma gelip “kutsal” devletin zarar gördüğüne dayanır. Militarist düşünce, haksızlıklara rağmen devletin selameti adına ses çıkarılmamasını talep eder. Çünkü ortada büyük çıkarlar, güç ve iktidar vardır. Çıkarlar, ülke zenginlikleri çoğu zaman politikacılar ve militaristler arasında pay edilir. Türkiye halkının militaristler ve popülist siyasetçiler arasında pay edilen bir ülkenin yoksul ve ezik vatandaşları olmaktan öte bir kazancı olmadığını görmesini “beklemek” hayaldir. Türk eğitim sistemi, bunun önündeki en önemli engellerden biridir. Bunun için Taraf gibi cesaretli mücadelecilere ihtiyaç vardır. Türkiye halkı bir şeye katılmaktan ziyade onu izlemeyi tercih eden bir halktır. Sıradan bir trafik kazasını veya kavgayı bile binlerce kişinin apartmanların çatılarına, balkonlarına çıkarak izlediğini düşünürsek bir demokrasi mücadelesine dahil olmak için “yalanların ve gizli planların sürekli deşifre edilmesi” gerekmektedir. Daha az yöneten, daha demokratik ve katılımcı bir ülkeye ihtiyacımız olduğu bir gerçektir. Bu düşü hayata geçirmek için bireylerin izleyici konumlarını terk etmesi, her fırsatta askeri yardıma çağırma geleneğinin aşılması vazgeçilmezdir.

Böylece “devlet babasıyla” yollarını ayıracak bireylerin tercihlerini açıklamada, ekonomik özgürlüğe kavuşmada ve kimliklerini yaşama geçirmede önleri açılabilir. Bireylerin özgür ve gönüllü katılımına açık, şeffaf bir devlet için militarist ideolojinin olabildiğince minimize edilmesi gerekiyor. Generallerin “memleketi kurtarma” adına geliştirmiş olduğu söylemin ve bunun ardındaki şiddetin dozunu anlamak için bu ülkenin faili meçhul dosyasına bakmak yeterlidir.

Gün gelecek kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaksa toplumun kendi geleceğinde söz sahibi olmaya karar vermesi gibi kritik bir noktadayız. Bu da zihniyet değişimi ve vicdani muhasebe ile olabilir. Bu ülkede hemen her insanın fişlendiği bir dosyası vardır. İnsan ne için yaşarsa o şekilde nihayete erer derler. Türkiye devletinin utanç verici ve yüz kızartıcı tarihinden kurtulmak için eleştirdiğimiz bazı yönleri olsa da Taraf gibi gazeteler sayesinde bu dosyalardan çokta ürkmemek gerektiğini öğreniyoruz. Sert ve buyurgan üsluplu Genelkurmay Başkanı’nın düştüğü durum, buna iyi bir örnek.

Tek kalıptan çıkmış aynılaştırılmış bir ülke, Taraf gibi öncüler sayesinde kabuklarını kırmaya başladıysa gerisini getirmek adına ısrarcı ve duyarlı olunmalı. Ancak bu şekilde insan doğasına en fazla yakışan “barış” sözcüğü sihirli ve ulaşılmaz bir olgu olmaktan çıkar. Barış kelimesinin insanların ağzına yakıştığı bir ülke özlemi hayal etmek militaristlere karşı her sivil bireyin insan hakları ödevidir. Ancak bu şekilde Kardeş Türküler konserinde Feryal’in dile getirdiği gibi “paşalar, paşa paşa” yargılanabilir.

Toplumsal taleplere kulaklarını tıkamış militarist devlet geleneğinin yıkılmasına kısmen de olsa öncülük eden Taraf gazetesini yalnız bırakmamak gerekiyor. İster asimetrik, ister sistematik saldırı olsun sayısı neredeyse bir milyona yaklaşan bir ordunun sivil alana müdahale etme, problemleri çözümsüz bırakma ve nihayetinde acı yaşatma geleneği bitecekse askeri imdada çağırma şeklinde zuhur eden “sivil” geleneğin de sorgulanması gerekiyor.

Bir mücadelede karşı tarafın korkma belirtileri göstermesi tünelin ucunda bir ışık olabileceği düşüncesini güçlendirir. Başbuğ konuştuğunda gizlemeye çalıştığı telaşı ve sesindeki titrekliği her insan hissedebilirdi. Çünkü hemen yan tarafındaki salonda “askeri mahkemede” yargılanan bir yarbay vardı. Ve de askerler ne şekilde olurda olsun sorgulanmaktan hiç hoşlanmazlar. Taraf’ın AKP’nin korkaklığına rağmen açmış olduğu bu küçük ama önemli çığır bize, ukala tavşan ile mütevazı kaplumbağanın hikâyesini hatırlatıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kim Kopya Çekiyor? İlber Ortaylı mı Kürt Çocukları mı?

Yolun Sonu Görünmüyor

Üstünlük İdeolojisi ve Ötekinin Gücü