Leyla Zana'ya Destek İçin İmza Kampanyası Etik mi?

Kürt sorununu çözeceğine inandığını söylediği Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana’nın “Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez. Bu topraklara barış mutlaka gelecek” sözü “Siyasal çözüme ve Zana’ya destek“ adıyla imzaya açıldı. Kampanyaya, sanatçı Şivan Perwer, BDP’li Murat Bozlak ve AKP’li Galip Ensarioğlu’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı, yazar ve aydının yanı sıra yüzlerce Kürt destek verdi. Hürriyet gazetesine konuşarak önemli açıklamalarda bulunan Zana’nın Kürt sorununa ilişkin sözleri kamuoyunda olduğu gibi sosyal medyada da büyük yankı uyandırmıştı. PKK cephesindeyse söyledikleri tepkiyle karşılanan Zana’ya destek için imza kampanyaları başlatıldı. Farklı gruplar tarafından başlatılan imza kampanyasının metni ortak kullanılıyor. (Taraf: http://www.taraf.com.tr/haber/zana-ya-aydinlardan-destek.htm). Yukarıdaki süreçten hareketle başlatılan imza kampanyasının etik olmadığını ifade eden görüşlerimi “kuyerel@googlegroups.com” ‘da paylaştım. Bu görüşlerime dönük olarak yapılan yorumları da sırasıyla aşağıya aldım. (Tabii ki görüş sahiplerinin de hoşgörüsüne sığınarak) Tartışma mail ortamında gerçekleştiği için konuşma dili ağırlıklı bir dil kullanılmıştır.. Nezan N. Çelebi: . Leyla Zana'yı BDP de PKK de zaten destekliyor. (Buradan kasettiğim Leyla Zana’nın Başbakan Erdoğan’a ilettiği düşünceleridir.) Kimse kendisini tehdit etmiş değil... Zaten görüşmelerinde PKK'nin ve BDP’nin çözüme dönük önerilerini paylaşmış... Şimdi bu imza kampanyası bulanık suda balık avlamaya benziyor... Leyla Zana’ya bir mağdur sıfatı ekleyip bunu nasıl olur da imza kampanyasına dönüştürüyorsunuz anlamış değilim. Yapıcı eleştiri temelinde Leyla Zana'ya bir eleştiri yapıldı. Kendisi bu eleştirilere dair bir cevap vermiş değil... Kendisinin canına ve malına dönük bir tehdit yok... Leyla Zana’nın belli noktalardaki bazı eleştirilerine(Kürt siyasetinin halka dönük yaklaşımı ile ilgili) katılmakla birlikte Hükümetin ve Başbakanın çözüm yöntemini ve söylemini her gün ana haber bültenlerinde izlemesek belki imzacılara hak vereceğim ama bu yol ve yönteminiz hiç adil değil... Diyarbakır’da yaşananlar nasıl bir çözüm yolunun ve yönteminin geliştirildiğini açıkça gösteriyor... Durup dururken Leyla Zana'yı siper etmek hiç adil ve etik değil.... Bahsi geçen imza kampanyası "dayanışma" esaslı olduğunu kabul etsek bile ortada bir tehdit sözkonusu değil... Kaldı ki bu aydınlarımız Leyla Zana ile dayanışmak için mail ortamında gösterdikleri çabayı Diyarbakır sokaklarında gazlanan halka da gösterseler anlarım....Ortada Leyla Zana'ya dönük açık bir tehdit yok...Eleştirel birkaç cümleyi nasıl oluyor da bir tehdide çevirme heveslisiyiz. Şimdi asılsız ve dayanağı olmayan bu kampanya bize neyi gösteriyor? Hükümete güveniyorsanız bunu lanse etme özgürlüğünüze saygı duyarız ancak bunu Leyla Zana üzerinden yapmanın anlamını çözebilmiş değilim... Amaç BDP ve PKK'ye vurmaksa bunu kendi özgür iradenizle Leyla Zana’yı siper etmeden yapsanız daha mantıklı olur. Entelektüellik bizden sorulur denirse o ayrı? Dolayısıyla bu husus, vicdan ve etik ile ilişkilendirilemez.... "Entelektüelliği tekelinde gören zihniyetin tavır diye önerdiği yansıtmaları akıl yürütme ve vicdani muhasebenin yerine ikâme etmek" şeklinde özetlenebilecek bir durumla karşı karşıyayız. (cümle İsmail Beşikçi ile ilgili buna benzer bir imza kampanyasında Ömer F. Kurhan tarafından kullanılmıştı) İç ajitasyona dönük bu imza kampanyası Leyla Hanımı siper etmese de direkt biz Kürt hareketinin şu şu şu yaklaşımlarından rahatsızız dese daha etik olurdu... Örneğin kampanyanın şu cümlesine bir göz atalım: "Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez. Bu topraklara barış mutlaka gelecek. O gün gelsin artık. Leyla Zana'nın siyasi çözüm ve barış çabalarını destekliyoruz" Bu cümleyi Leyla Zana zaten söylüyor... Bunu imzaya açan arkadaşlar acaba neyi kastediyor?. 1-Kürt hareketi barışı istemiyor(örneklerini karşılaştırmalı olarak vermeli). 2-Kürt hareketi barış isteyenleri susturuyor (eğer böyleyse örneklerini karşılaştırmalı olarak vermeli?). 3-AKP barış istediği için mağdur (örnekleri verilmeli). 4-Leyla Zana barış istiyor Kürt hareketi istemiyor. 5-Leyla Zana barış istediği için eleştiriliyor ya da tehdit ediliyor.. 6-Leyla Zana barış istiyor biz de istiyoruz..(bunun için Leyla Zana'yı beklemeye gerek yok). 7-Leyla Zana hükümete güveniyor biz de güveniyoruz.... 8-Hükümete güvenmek gerekir (pratiklerine bakmak gerekir). **. F. Bulut:. Bu anlamda Leyla Zana'ya Destek kampanyasının esas olarak AKP'nin (Kürtleri bölmek suretiyle Kürt meselesini halletmek ve kendisince yol alarak sanki onu çözüyormuş gibi sinsice bir politika izlemek) değirmenine su taşımaktan ve esas olarak BDP ile Kürt hareketi çevrelerini alttan alta iğnelemek, çivilemek amacını (kampanyanın başlatıcıları bunu kastetmemiş olsalar bile) taşıyor görünmektedir.. En azından bu kampanyayı "hararetle destekliyormuş gibi" gözüken liberal çevreler ve bazı kalemler ile şahsiyetler, belki de masum biçimde başlatılmış bu kampanyayı, kendilerince böyle yorumlayıp böyle sunuyorlar. Dahası, AKP başkan yardımcılarından Beşir Atalay bile, kampanyayı böyle yorumlayarak, imzalayanlara ve öne girişimi başlatanlara teşekkür bile etti. Böylece şunu demek istedi: Bakınız, biz AKP olarak barış istiyoruz. Leyla Zana ve ona destek veren Kürt aydınları (Denge Demokrat çevresi) bizi destekliyor. Barış istemeyen ama savaşta ısrar eden Kürt çevrelerine (PKK ve BDP gibileri) karşı bizzat Kürtler arasında büyük tepkiler var!". Yaratılan bu sahte imaj, aldatmacadır. Çünkü barış istemeyen tarafın kim olduğu; nerede ısrar ettiği son günlerin örneklerinden bellidir. Örnekler;. 1) Leyla Zana'nın Başbakan ile görüştüğü günün hemen ertesinde, Recep Tayyip Erdoğan belki de bu görüşmeden aldığı moral ile BDP’ye olmadık ölçüde hakaretler yağdırdı.. 2) Türk savaş uçakları, Kandil ve çevresine bombalar yağdırdılar.. 3) Görüşmeden 1 veya 2 gün sonra, AKP milletvekilleri BDP’li milletvekillerini, yine Kürt meselesine ilişkin bir anayasa/yasa maddesi görüşülürken, dövmeye kalktılar, saldırdılar.. 4) KCK operasyonları yine devam etti ve bu sefer KESKK üyeleri gözaltına alındı.. 5) Hapisteki BDP milletvekillerinin tahliye talepleri reddedildi.. 6) Bizzat Beşir Atalay, "Öcalan'a Ev Hapsi Yok" (Leyla Zana'nın taleplerinden biriydi) dedi.. 7) Diyarbakır'da 14 Temmuz mitinginde onlarca insanın yanı sıra BDP’li milletvekilleri ile şahsiyetleri dövüldü, yaralandı ve aşağılandı.. Sadece bu maddeler bile, barışı kimin istemediğini ortaya koymaya yeter. Bunları görmeyen, göstermeyen bir kampanya; sadece Leyla Zana ismi üzerinden gidince, ortaya yanlış bir anlama çıkıyor. Sanki Leyla Zana ile AKP bir yanda; barış istemeyen BDP ve PKK diğer yandaymış gibi bir izlenim doğuyor. Kampanya da, dolayısıyla Leyla Zana ile AKP'yi destekliyormuş gibi bir görüntü veriyor. Başlatıcıların bu kadar saf olabileceklerini aklım almıyor.. Leyla Zana konusunda bir iki not: Talepleri haklıdır; sahip çıkılmalıdır. Kendisi dilediği kişiyle (başbakan, bakan, milletvekili, elçi, diplomat) görüşme hakkına sahiptir. Burada bir sorun bulunmuyor. Sorun şurada; bir partiye bağlı olanlar ve bir davanın etrafında toplanan onca Kürt siyasetçiler, kısacası bir dava etrafında toplanıp ortak hareket edenler, çok iyi bilirler ki; bu tür hassas konularda, tek başına çıkış yapılmamalı, girişimde bulunulmamalı. En azından atılacak her adımda, söylenecek her sözde, yapılacak her sözde ortak dava arkadaşlarından bazılarının görüşleri alınmalı, kendilerine danışılmalı. En basitinden, bir TV konuşması veya gazete röportajında bile, kolektif bilince sahip olanlar, yanındakileri usulen ve ahlaki açıdan danışmalılar. Leyla Hanım bunu yapmamıştır.. Ayrıca Kürt meselesi gibi 200 yıllık çetrefil bir meselenin, sadece 1-2 kişi bu taraftan, 1-2 kişi taraftan zihniyetiyle çözüleceğini sanmak politik düzlemde saflıktır. Hele hele bir kişinin övülerek göklere çıkarılması sonucunda çözüleceğini sanmak, ya kendini kandırmaktır yahut politik acemiliktir. Herkes bilir ki, Kürt sorunu gibi bir sorunu çözmek iktidarda olan partinin ve onun ileri gelenlerinin meselesidir. Tabii ki, siyaset sosyolojisi kuralı gereği, çözecekse onlar çözeceklerdir. İktidar ilişkileri, güç dengeleri ve sahip olan yetkiler nedeniyle bu böyledir. Bu anlamda Başbakan çözebilir saptaması teorik olarak, soyut anlamda ve bir varsayım olarak doğrudur. Ancak çözebilir mi, çözme planı ve becerisi var mıdır? İşte orası tartışmalıdır. Nitekim AKP'nin şimdiye kadar olan icraatı, çözme niyeti ve planının olmadığını gösteriyor. O kadar ki, Leyla Zana görüşmesinden sonra, Başbakan bu ziyareti bile Kürtleri (özellikle BDP çevresini) "bölerek yönetme, işi erteleme veya kendince halletme gibi bir fırsatçılık peşine düşmüştür.. Olayları derinlemesine irdelemeden yapılan her işin, atılacak her adımın nereye varacağını göstermesi bakımından; bir saptama ve dost önerisi olarak algılanmasını rica ediyorum. Özellikle bazı ultra liberallerin gazına gelip ileri atılmak, bazen insanı "mayın temizlemek için kaçakçılar tarafından öne sürülen merkepler" konumuna düşürebilir. Başkalarının kötü niyetleri uğruna mayın temizleyici olmamak gerekir. En azından hangi mayını, nerede temizleyeceğini bilerek ileri atılmak daha doğru bir adım olacaktır.. Devamında F. Bulut şunları ifade ediyor: Öncelikle, bu girişimi başlatan Dengê Demokrat'ın art niyetli olmadığını, masum bir barış arzusundan yola çıktığını belirtmeliyim. (Bir önceki yazımda sanki maksatlı bir girişimmiş gibi algılanmaya müsait harf eksiklikleri olarak yazılmıştı). Çünkü buna öncülük eden Turan Sarıtemur'un yakından tanırım; kadim dostumdur. Kürt halkının barışı hak ettiğine inanan vicdan ve erdem sahibi bir insandır.. Öte yandan vicdan sahibi ve masum olmak, üstelik çok iyi niyetle yola çıkmak, her zaman ve her yapılanın doğru olarak anlamlandırılması manasına gelmiyor. Yapılanın kime, neye ve niçin hizmet edeceği sorusunun açık ve somut bir yanıtı alınmadan, hangi amaçla yola çıkarsanız çıkınız, bazen bilmeden ve istemeden, şu veya bu kesimin istismarına maruz kalırsınız; menfaatçi, fırsatçı ve şark kurnazı çevrelerin aleti durumuna düşebilirsiniz. Özellikle politika adı altında her türlü ahlaki değerin ayaklar altına alındığı ve bin bir dalaverenin döndüğü bir zamanda, istismar edilmek ve araç olarak kullanılmaya müsait bir girişimdir.. NİYET BEYANI OLARAK BELİRTİYORUM: BARIŞ İSTEMEYENİN ALLAH BELASINI VERSİN, GÖZÜ KÖR OLSUN VE VİCANI KURUSUN… Çünkü savaşın iyisi, barışın kötüsü olmaz ilkesinden yola çıkıyorum. Kürt mahallesindeki çeşitli çevreleri iyi tanıdığım için özellikle vurguluyorum. Silahlı çatışmayı sürdüren kesim dahil, Kürtlerin hemen hepsi barışın bir an önce bitmesi için can atıyorlar.Birey ve grup düzeyinde birkaç istisna olabilir. Fakat tayin edici olanlar, bunlar değiller.. Şimdi yeniden olgulara dönüyor ve soruyorum: Leyla Zana Hanım, tabii ki, Kürt halkının bir değeridir. Ağır bedeller de ödemiştir. Ancak tuzu kuru bazı kesimleri saymazsanız, Kürtlerden bedel ödemeyen var mıdır acaba? Tipik bir örnek: Birkaç yıl önce otobüslerle İmralı'ya doğru yola çıkan kafilelerin Eskişehir Bozhöyük'teki milliyetçi fanatikler tarafından taşlanması sırasında, o ilçeye sadece ekonomik nedenlerle göç etmiş Kürtler bile bu galeyandan, bu öfkeden nasiplerini aldılar. Kuşatılıp dövüldüler. Onların anlatımlarına bakarsak, şöyle şikâyetleri olmuştu: "Yahu, politikaya hiç karışmış değildik; siyasetle uzaktan yakından ilgimiz olmamıştı. Ne zamanki öfkeli kalabalık bize saldırdı, o zaman Kürt olmanın ne tür bir bela olduğunu anlamış olduk; bize yağdırılan taşlar, Kürt olduğumuzu acı biçimde hatırlattı bizlere." Özetle biyolojik ve fiziki açıdan Kürt olan herkes, şu yahut bu şekilde bedel ödemiştir. Sevgili Turan Sarıtemur gibi ben ve çevremde on yıllarca bedel ödedik, ödemeye devam ediyoruz; daha doğrusu bize zorla bedel ödetiyorlar. Bedel ödemek, kişiye söz söyleme ve girişimde hakkı verir; ama bir halkın adına hassas ve yaşamsal kararlar verme, onu temsil etme ve onun adına konuşma yahut girişimde bulunma hakkını vermez.. Birisi, Duran Kalkan'ın "halk savaşı yoluyla AKPyi götüreceğiz" sözüne atıfta bulanarak Kürt hareketinin savaşta israr ettiğini yazmış. Bir kere, Duran Kalkan da çok iyi bilir ki, Kürt meselesi savaşla çatışmayla çözülemez. Devletin ısrarla savunup kararlılıkla sürdürdüğü askeri yöntemlerle, bomba yağdırmakla, operasyon ve tutuklamalarla Kürt probleminin çözülmeyeceğini de yazan-çizen çok sayıda Türk aydını da bulunuyor. Kanımca Duran Kalkan ve benzerlerinin "savaşta ısrar" sözleri, kanımca (yanılma payını da koyarak) devlet ve hükümetin, "dağdakiler silahı bırakıp teslim olsunlar; dağda son terörist kalıncaya kadar operasyonlara devam" politikasına bir cevap niteliğinde sayılabilir.. Bu arada belirteyim; Leyla Hanım'a Kürt çevrelerinden yönelik suçlamalara ve sert eleştirileri de doğru bulmadığımı ifade etmek isterim. Eleştiri, makul bir üslup ve çerçeve içinde yürütülmelidir. Seviyeli ve ilerletici olmalıdır. Eleştiri, küfürnameye dönüşmemelidir.. Bütün bunlar bir yana; Leyla Hanım, şunu kamuoyu ile paylaşmalıdır: Başbakan ile görüşme meselesini, bulunduğu parti çevresiyle ve yakın dostlarıyla paylaşmış mıdır? Daha önce bu konuda yerli ve yabancı kimselerle istişareleri olmuş mudur? BDP çevresinden, açıktan barışa ve Başbakan ile bu şekilde görüşmesine karşı çıkanlar olmuş mudur?. Bir dava için kavlu karar eylemiş bir topluluk veya grup (özellikle BDP’liler) varken, Leyla Hanım, neden aniden bir çıkış yapmıştır? Başbakan'ı barışa ikna etmek için baklava veya gül götürerek, onu överek mi gerçekleşebilir; yoksa tersi şeyler mi yapmak gerekir gibi bir konu, Leyla Hanım'ın bulunduğu ortamda tartışılmış mıdır? Leyla Hanım, böyle bir tartışmadan sonra, içinde bulunduğu grubun niyetinin iyi olmadığını anladığı için mi, önce Hürriyet ile röportaj yapmaya ve ardından Başbakan ile görüşmeye başlamıştır? Bu sorular netlik kazanmadan, kendisi adına yürütülen bir imza kampanyasına katılmak sivil bir davranış olabilir ama sivillerin başlattığı siyasi bir kampanya halini alması, her türlü istismara açık bir düzlemdir.. Nitekim Taha Akyol, Leyla Hanım ile Başbakan görüşmesinin ertesinde yazdığı makalesinde, mealen şöyle diyordu: "Leyla Zana, bekleneni ve umulanı vermedi." AKP’nin "akil adam" saydığı Akyol, bu saptamayı boşuna yapmadı. Sanırım beklenti, daha önce belirttiğim üzere, Leyla Hanım görüşmesinden AKP ve muhafazakâr çevrelerin, ne murad ettiklerini neyi amaçladıklarını ortaya koyacak önemdedir: Yani Kürtleri içeriden bölerek, Kürt meselesini olumsuz anlamda halletmek!. İmzacılar listesine baktım: Özellikle iki isim dikkatimi çekti: Liberal Akademisyen Halil Berktay ile AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu.... Halil Berktay, soyut olarak Kürtleri ve özellikle dünya görüşü olarak kendine yakın bulduğu liberal Kürtleri sever. Bu kendisinin bileceği iştir. Gelgelelim, onun yazılarını dikkatlice ve devamlı olarak izleyenler iyi bilirler ki; Berktay'ın Kürt meselesine bakışı, "efendi Beyaz Türk" bakışıdır. Kendisi özellikle BDP ve ona yakın duranlardan hazzetmez, bu çevrenin politikasına karşı çıkar ve nefret söylemi içinde yaklaşım gösterir.. Keza Galip Ensarioğlu; kendisi iktidar partisinin has adamıdır. Konu Kürtler olunca, sıkça görüşüne başvurulur. Adeta AKPli Kürtlerin veya AKP’lileştirilmiş Kürtlerin temsilcisi, sözcüsü durumunda sayılar. Kendisiyle tanışıklığımız ve belli hukukumuz da vardır. Burada Hz. Ali'nin "hakikatin hatırı, dostun hatırından elvadır" özdeyişine istinaden hakikat arayışı çerçevesinde sorguluyorum. Peki, vicdan sahibi bir insan şu masum ve sade soruyu soramaz mı: "Sayın Ensarioğlu, böyle bir kampanyayı imzalayacağına, güç ve iktidarın sizde olduğu bir zamanda, niçin barışı gerçekleştirmiyorsunuz? Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yardımcısı Beşir Atalay ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin olmak üzere, AKP’lileri barış yapmaya ikna etmiyorsunuz da, gelip öyle bir sivil kampanyaya alabildiğince destek veriyorsunuz? Yoksa AKP’den umudunuzu kestiniz de, dolaylı biçimde bu girişim ve Leyla Zana üzerinden de kamuoyu yaratmaya ve baskı grubu oluşturmaya çalışıyorsunuz?". Art niyetsiz bir soru. Her iki isim ve benzeri niyette olanlar bu kampanyayı niçin imzalıyorlar? Doğrusu merak ediyorum, ister istemez bilimsel bir kuşku içindeyim.. Bu arada son gelişmelere değinmekte yarar var: Diyarbakır mitinginde dövülen, coplanan, kurşun ve bombalarla bastırılan insanlardan sonra, duygusallığı ve rakik kalpliliğiyle bilinen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "BDP’li milletvekillerini suç işlemek" ile suçlamıştır. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in dünkü sözlerini zaten herkes biliyor. Özellikle Radikal yazarı Eyüp Can'ın bugünkü makalesini okumanızı öneririm.. NOT: Doğrusu, internet üzerinden bu tür tartışma ve polemiklerden mümkün olduğunca uzak duruyorum. Çünkü bir yere kadar iyi gitmesi sanılan tartışmalar, aniden şahsiyat yapmaya, karalamalara ve bitmez tükenmez yılan hikâyelerine dönüşüyor ki, bu benim gibileri açısından hem usandırıcı hem da Bizans Tartışmaları'nı andıran boş gayretlerden ibaret kalıyor. Kimseyle polemik yapma, kimseyi cerhetme ve masum bir girişimi engelleme niyetinde değilim. Sadece ve sadece dostça öneri ve uyarılarımı yaptığımı düşünerek; kişisel saldırı, küfür ve hakaret olmadıkça, bu konuya bir daha dönmemeyi tercih ediyorum. Özetle bununla görüşlerimi noktalamış oluyorum.. . **. Ö. Tugan:. Anlaşılan N. dost (PKK ve BDP desteklese de) kendisi Zana'yı desteklemiyor. Elbette bu da onun hakkı! (tabii farklı görüşte olanları "ahlaksızlıkla" vasıflandırmamak koşuluyla). Ama o diyor ki - Allah Allah! (anlaşılan bir zamanlar tehdit edilmiş olan birilerini hatırlamış) Peki ama bizlerin bir insanla dayanışmada bulunmamız için ille de "tehdit edilmiş" olması mı gerekiyor? Leyla Zana'yı "mağdur" diye değil, Kürt halkının bu değerli evladı, Kürt halkı için en sağlıklı önerileri, en sağlıklı bir yöntemle gündeme getirdiği için; akan kanın durması yolunda bir umut ışığı yaktığı için destekliyorum (sanırım PKK ve BDP de bu yüzden destekliyorlardır) Ama N. dost'un su sözü çok ağır:. söyleyecek söz bulamıyorum... ayıp etmişsiniz sevgili dostum!!!. **. V. İlbey:. F. Abi'nin (Bulut), "Leyla Zana`ya Destek Kampanyası" ile ilgili yazdıklarına aynen katılıyorum... Bu kampanyayı düzenleyenler, Zana'nın Başbakan'la görüşmesinde ileri sürdüğü talepleri de destekliyorlar mı, hiç belli değil.. Kampanyanın bu taleplere dair olduğu hakkında hiç bir veri ya da ima yok maalesef. Sadece gerçekte olmayan bir "mağduriyet" imali üzerinden ve esas olarak Kürt siyasal hareketine karşı desteklenen Zana 'ima'sı, kampanyanın ruhu oluyor. Bu ruh, AKP Hükümeti'nin Kürt hareketini bölüp yeni inisiyatifler yaratma stratejisinin izdüşümüdür demek abartı olmayacaktır. Ve bu, başta Zana'yı hiç hak etmediği bir 'külfet' altına sokmakta... Bilerek bilmeyerek, niyetlerden öte, Zana ismini, onun hiç de istemeyeceği bir şekilde, "güvercin-şahin" stratejisinin labirentlerinde dolaşıma sokmak, açıktır ki çözüm arayışını daha da ötelemekten başka neye yarar ki? . Evet, öyle sanıyorum ki, "Zana'yı destekliyorum" kampanyası, Zana'nın Başbakan'a ilettiği talepler değil de onun en başta söylediği "Başbakan'a güveniyorum" sözlerinden ilham almıştır. Ama bu 'güven' söyleminin karşılığı, Başbakan'ın Zana'nın taleplerini ne ölçüde dikkate aldığı değil midir? Dikkate almış mıdır? 14 Temmuz'daki Diyarbakır manzarası yeterince "ikna" edici bir yanıt degil midir zaten? Politika somuttur, barış ya da barış niyeti de somuttur. En az, TOMA'lar, panzerler, gaz bombaları, coplar, yerlerde sürüklenen, darp edilen vekiller kadar somut!... . **. D.Demirağ:. Pardon ama Duran Kalkanın AKP gidene kadar savaş sürecek biçimindeki açıklamasından sonra barış isteyen Kürt hareketi kim ve hangisi diye sormak istiyorum. Kalkanın açıklamalarına PKK merkez komitesinden herhangi bir red açıklaması gelmediğine, Leyla Zana gibi çözüm ve müzakere yanlısı olduğu varsayılan Murat Karayılan bile aksi bir açıklamada bulunmadığına göre, Kürt Hareketi içinde AKP'yi muhatap alan çözerse bunlar çözer diyen de başka kişiler olmadığına göre(buna BDP'de dahil) o zaman AKP ile bir barış zemini arayan şu an için başka hangi Kürt hareketi var (buradan kastedilen de PKK elbette ve diğer Kürt örgütlenmeleri Kürt Hareketi olmuyor bu durumda, onlar Çerkezlerin filan kurduğu, Lazların desteğini alan Türkler tarafından bağra basılanlar) bu ifade bile tekelci bir zihnin dışa vurumu değil mi evet artık kimse rol yapmasın şu anki tutumu ile AKP ne kadar çözüme uzak bir halde ise şu an PKK'da o kadar uzak. Hatta PKK çok daha uzak. Çünkü Türklerin kabul etmeyeceği talepleri çözümün yegâne koşulu olarak masaya getirip ardından silahı gösterip kabul ediyor musun bak etmezsen bu konuşur diyen PKK. PKK Kürt siyasal hareketini zorbaca yöntemler ile tekeline aldı içinde onun dışında bir aktör sahne alamıyor. Bu durumda evet Kürt Hareketi olarak tekelleşmiş bulunan PKK en azından AKP'nin öznesi olduğu bir çözümü ve bu anlamında barışı istemiyor. Sorun da bu zaten bu imzayı açan arkadaşlar bile işin doğrusunu dillendirmiyor. Ben söylüyorum, bana ister AKP yandaşı diyin, ister beyaz türkün Kürt hareketine dönük gizli milliyetçi tutumu ne derseniz deyin kardeşim ama bana göre hakikat bu..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Varmış Bir Yokmuş!

Li Muzîka Kurdan a Kevneşopî Nêrîneke Giştî

Kom Geleneğinin Oluşumu ve Sanata Biçilen Roller