Deprem: “Ey Devlet, İyilik Yapma, Vazifeni Yap!”


Van ve Erciş’te meydana gelen deprem kuşkusuz ki birçoğumuzu derinden etkiledi, üzdü. Bu tür zamanlarda dayanışma ve paylaşma kültürünün önemini kimse yadırgayamaz. Bu tür felaketlere bireysel olarak hazır olmanın yanı sıra devletin zamanında gerekli tüm hazırlıkları planlaması ve pratiğe geçirmesi çok önemli.

Deprem sonrasında yaşananlar bize, Türkiye’nin vatandaşına bakış açısını, onu sahipleniş biçimini bir kez daha gösterdi. Merkezi otorite etrafında tüm yetkileri toplayan devlet, çadırı, ambulansı, doktoru, gıda malzemesini, kurtarma ekiplerini Tekirdağ’dan, Bursa’dan vb. şehirlerden toparlama telaşına girdi. Yerinden yönetimin ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğu böylece bir kez daha gün yüzüne çıktı. Devletin ağırlıklı olarak merkez batı illerinden yaptığı aktarmalar/transferler, Doğu’nun nasıl da gerçekten ötekileştirildiğini gösterdi. Hoş, olası bir İstanbul, İzmit depreminde çuvallanacağı çok açık ama yine de Doğu’nun güvenlik eksenli organizasyon dışında sağlık, ilkyardım, barınma vb. temel haklardan nasıl da nasiplenemediğini canlı canlı izledik.

Yardım koordinasyonunun hiçbir aşamasında söz hakkı verilmeyen Van Belediye Başkanı Bekir Kaya’nın çaresizliğini anlamak hiçte güç değildi doğrusu. İlin seçilenlerinin halkın yaşadığı trajediye seyirci konumda bırakılması "merkezin başarı hanesi"ne yazılmalı aslında! Bu da yetmiyormuş gibi alttan alta sorumluluk, onların omuzlarına yüklenmeye çalışıldı. Bu tür sorunlarda ilk önce devreye girmesi gereken belediyenin çaresiz olmasının temel sebebi, merkezi otoriteye yapılan vurgunun tonudur. Yerinden yönetim ilkesini savundukları için Kürtlerin binlercesi cezaevlerine konurken, merkezi yönetimin en sıkı koruduğu kurumların başında oradaki cezaevi geliyordu. Neyse ki bazı mahkumlar bir şekilde kaçmayı başarabilmişti.

Öte yandan ırkçı söylemlerin araya sıkıştırıldığı böyle bir dönemde devlet, Kürtleri ne kadar ötekileştirdiğini ve onlardan ne kadar uzaklaştığını belki de görmüş oldu. Bu telaş, bu yardım reytingleri ondan olsa gerek. Duyarlı insanların uzattığı eli, devletin şefkatli eline dönüştürme gayretini de gördük. Oysaki “küçük insanların yardımlarını” “büyük, kudretli devletin” yardımı gibi göstermek kadar saçma bir durum olamaz. Acziyetini toplumun dayanışma duygusunun ardına saklamaktır bu. Çünkü insanlar dayanıştıkça devlet, görevini yapmış olmuyor.

Hükümet, ötekini kendinden görmenin yolunu ise dayanışma ve yardımlaşma stratejisini “milli dayanışma ve yardımlaşma”nın vakti olarak lanse etti. İnsanlar, mağdur insanlara yardım gönderdikçe devlet, mağdurları “millileştirmekle” meşgul. Vatandaşların tüm maddi kaynaklarını, vergilerini merkezde toplayan devlet, mağdurlara yapılacak yardımları organize etmek için sivil toplum örgütlerinden medet umar duruma geldi. Oysa ki devletin mağduriyetleri gidermek için bir bütçesi, hazinesi var. Hazine’den pay alamayan depremzedelerin payına düşenle devlet, dağlarda Kürt gençlerini avlama derdinde. Deprem mağdurlarıyla ilgilenmek dururken devletin aklı askeri operasyonlardaydı. Böyle olmasa BBC’nin 1400 PKK’li öldürüldü haberi 270 civarı olarak düzeltilmezdi. “Bir yandan kurtar bir yandan öldür.” Aman ne güzel! Mağdurların en doğal hakkı olan maddi kaynaklar, askeri harcamalara ayrılırken mağdurların akıbeti medyanın ve duyarlı insanların insafına bırakıldı.

Duyarlı insanların bağışlarını, yardımlarını “devletin kaynaklarından ayrılıyormuş gibi” göstermenin ne demek olduğunu da gördük. İnsanlar yardım ettikçe devlet yardım ediyormuş, devletin şefkatli kolları oralara yetişiyormuş havasını yaratmaya çalışmak anlamsız. Çünkü devlet, üzerine düşen vazifeleri zamanında yapmadığı gibi yardımlaşma organizasyonu yapan Kürt örgütlerini de “PKK’ye yardım etmeyin” şeklinde engelliyordu. Binlerce, on binlerce askerini, polisini istediği zaman istediği yere toplayıp bütün “güvenlik organizasyonlarını” layıkıyla başaran bu zihniyet, nedense yardım kamyonlarını korumaktan acizdi. Müdahale ve organizasyonda çuvallayan hükümet, başarısızlığını birtakım yağma görüntüleriyle “biz yapıyoruz ama insanlar yağmalıyor, işimiz engelleniyor” şeklinde örtbas etme derdine düştü.

Ötekinin yoksulluğu, çaresizliği, dışlanmışlığı şimdi daha da katmerli. Birçok insanın ne canı ne de malı kaldı. Canı ve malı korumakla görevli merkezi otorite, insanlarda oluşan dayanışma ve kardeşlik duygusunu kendi açıklarını kapatmak için kullanmaktan vazgeçmelidir. Bu dayanışma duygusu çok değerlidir. İnsanların bir arada yaşama isteğini ortaya çıkaran güçlü bir göstergedir. Fakat kendi değerleri ve kültürel farklılıklarıyla. Dayanışma, yardımlaşma duygusunu alıp Türkiye’nin milli bütünlüğüne bağlamaktan vazgeçilmelidir. Barışa giden yol için dayanışma ve duyarlılık çok değerli. Çünkü bütünlük için insanların eşit haklara sahip olması gerekiyor. Bunun barışa hizmet edebileceğini ifade eden Başbakan, samimi ise askeri operasyonlardan ve Kürtleri tutuklama siyasetinden vazgeçmelidir.

Son olarak, duygu sömürüsüne hiç gerek yok. O insanlar (mağdurlar) acınacak insanlar değiller, onlara maddi yardımda bulunan bireyler bunu zaten gönülden yapıyor fakat asli görevini yapması gereken hükümet, iyilik yapma havasına girmemelidir. Bizler de oluşturacağımız baskıyla öncelikle “her şeye hâkim, kudretli devletin” asli görevlerini layıkıyla yerine getirip getirmediğini denetlemeliyiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kim Kopya Çekiyor? İlber Ortaylı mı Kürt Çocukları mı?

Yolun Sonu Görünmüyor

Üstünlük İdeolojisi ve Ötekinin Gücü