Eğitimde “ Türk ve Milli” Sevdası
Türkiye, eğitim organizasyonu ve hedefleri anlamında demokratik yaklaşımları uygulamayan dolayısıyla “ötekilerin” en temel insani hakkı olan eğitim hakkını gasp eden bir ülke. Gerek 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, gerek 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, gerek ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim ile ilgili diğer yönetmelik ve kanunlarda toplumun çok kültürlü yapısını dikkate alan yasal düzenlemelerden çok uzaktayız.
“Türk vatandaşı kız ve erkek çocuklar ilköğrenimlerini resmi veya özel Türk ilköğretim okullarında yapmakla mükelleftir.” derken “Türklük” vurgusundan vazgeçmiyor. Yine 222 sayılı kanundaki “İlköğretim, kadın erkek bütün Türklerin milli gayelere uygun olarak bedeni, zihni ve ahlaki gelişmelerine ve yetişmelerine hizmet eden temel eğitim ve öğretimdir.” ifadesi ülkede yaşayan herkesi “Türk” olmaya mecbur kılan asimilasyoncu stratejinin vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. Aynı kanunun 3. maddesi ise bütün çocukları doğuştan mezara kadar Türklük ilkesi etrafında eğitmeyi tasarlamaktadır. “Mecburi ilköğretim çağı, 6 - 14 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın, öğretim yılı sonunda biter.” İşte bu mecburi ilköğretim çağında, Kürt çocukları, Laz çocukları, Çerkes çocukları içine doğup büyüdükleri dil ve kültür ortamından koparılıp “ağaç yaşken asimile edilmeli” mantığından hareketle “milli” bir eğitime tabii tutulmaktalar. Bir çocuğu, tüm evrensel beyannamelerde ifadesini bulan anadili ve kültür haklarından koparıp yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 1. maddesi “Bu Kanun, Türk milli eğitiminin düzenlenmesinde esas olan amaç ve ilkeler, eğitim sisteminin genel yapısı, öğretmenlik mesleği, okul bina ve tesisleri, eğitim araç ve gereçleri ve Devletin eğitim ve öğretim alanındaki görev ve sorumluluğu ile ilgili temel hükümleri bir sistem bütünlüğü içinde kapsar.” Türklüğe vurgu yapar ve ötekileri tamamen görmezden gelir. Yani ülkede yaşayan herkesi “Türk” olarak kabul eder ve ona göre eğitmeyi amaçlar.
“Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;” şeklinde faşizan ve zora dayalı bir eğitim anlayışıyla eğitmeyi amaçlar. Yine ilgili maddenin son bendi şu şekildedir. “Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.” Sahte demokrasi kalıpları içerisine hapsedilen ve faşizmi çağrıştıran bu amaçlar bize Türk Devleti’nin “ötekileri” nasıl da yok saydığını ve herkesi kendisine benzetme amacından hiç de vazgeçmek istemediğini açıkça gösteriyor.
Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri başlığını taşıyan bölüm ise “Milli eğitim hizmeti, Türk vatandaşlarının istek ve kabiliyetleri ile Türk toplumunun ihtiyaçlarına göre düzenlenir.” şeklindedir. Eğitim hizmeti verilirken mesela Kürt, Laz, Çerkez vb. halkların istekleri ve kabiliyetleri hiçe sayılır ve onların ihtiyaçları tamamıyla görmezden gelinir. Eğitim hakkı “her Türk vatandaşının hakkıdır” cümlesiyle vatandaş olmak için önce Türk olmak gerektiği açıkça ifade edilir.
Atatürk İnkılâp ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği üst başlığında ifade edilen şu cümlelere bakalım: “Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri ve anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır. Milli ahlak ve milli kültürün bozulup yozlaşmadan kendimize has şekli ile evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine ve öğretilmesine önem verilir. Milli birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile işbirliği yapılarak Milli Eğitim Bakanlığınca gereken tedbirler alınır.”
Yine anadilinin beşiği sayılan okul öncesi ile ilgili olarak amaçlar arasında“Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamaktır.” şeklinde ifade edilen kanun maddesi öteki halkların çocuklarının kendi dillerini bir kenara bırakıp Türkçeyi güzel ve doğru konuşmalarını amaçlamaktadır.
İlköğretim ile ilgili şu kanun maddeleri yine “ötekilerin çocuklarına” bu alanda da yer olmadığını; ancak Türk olmayı kabul etmeleri koşulluyla kendilerine bir yer bulabileceklerini ima eder. “1. Her Türk çocuğuna iyi bir vatandaş olmak için gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlıkları kazandırmak; onu milli ahlak anlayışına uygun olarak yetiştirmek; 2. Her Türk çocuğunu ilgi, istidat ve kabiliyetleri yönünden yetiştirerek hayata ve üst öğrenime hazırlamaktır.”
Ortaöğretim ve yüksek öğretimde de her cümlenin başında, ortasında ya da sonunda “milli ve Türk” kelimeleri geçmektedir. Çünkü eğitim “milli”dir ve “milli” olması için de “Türk” olması gerekmektedir. Nitekim yükseköğretimin temel amaçları arasında da şu madde bulunmaktadır. “Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici ve kamuoyunu aydınlatıcı bilim verilerini sözle, yazı ile halka yaymak ve yaygın eğitim hizmetlerinde bulunmaktır.”
Sadece örgün eğitimde değil yaygın eğitimde de “milli” sevdasından vazgeçilmez. Şöyle ki; “Milli kültür değerlerimizi koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte eğitim yapmak” maddesine göre mesela bir marangozun ya da kuaförün temel hedefleri arasında öncelikle “milli değerleri korumak” gelir.
Ve Türk Milli eğitiminin neredeyse her kademesinde açılacak okullar, “Türkiye'de ilköğretim okulu, lise veya dengi okullar, Milli Eğitim Bakanlığının izni olmaksızın açılamaz.” Maddesiyle sıkı bir kontrol altında tutulmaktadır.
Türk Milli eğitiminin bu yasakçı karakteri 4-8 sınıflar için seçmeli Arapça dersine izin verirken, birçok okulda anasınıfından itibaren İngilizce dersinin okutulmasına izin verirken neden Kürtçeye, Lazcaya ya da Çerkezceye izin vermez acaba? Aslında bunu anlamak zor değil ancak vicdanı olan insani bir aklın mantığına bir türlü sığmıyor bunlar.
Türk eğitim sisteminin yukarıda birkaç örneğini verdiğim katı çerçevesinde ufak da olsa bir kırılmayı ifade eden Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürt Dili alanının açılması her şeye rağmen önemlidir. Yetersiz ve tadımlık olsa da gelecek açısından tünelin ucundaki bir ışığı ifade edebilir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilktir. Tünelin ucundaki ışığa ulaşmak Kürtlerin anadili ve eğitim alanındaki taleplerini daha örgütlü, planlı olarak savunmalarına ve dillerine ısrarla sahip çıkmalarına da bağlıdır. Sonuçta bugün itibariyle devletin eğitimdeki katı milli politikasından vazgeçtiğine dair veri sayısı ne yazık ki çok azdır. Unutmamak gerekir ki bugün Türkiye’nin her yanındaki ilköğretim okullarında eğitim; “Türküm ile başlayıp ne mutlu Türküm diyene” şeklinde bitmektedir.
“Türk vatandaşı kız ve erkek çocuklar ilköğrenimlerini resmi veya özel Türk ilköğretim okullarında yapmakla mükelleftir.” derken “Türklük” vurgusundan vazgeçmiyor. Yine 222 sayılı kanundaki “İlköğretim, kadın erkek bütün Türklerin milli gayelere uygun olarak bedeni, zihni ve ahlaki gelişmelerine ve yetişmelerine hizmet eden temel eğitim ve öğretimdir.” ifadesi ülkede yaşayan herkesi “Türk” olmaya mecbur kılan asimilasyoncu stratejinin vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. Aynı kanunun 3. maddesi ise bütün çocukları doğuştan mezara kadar Türklük ilkesi etrafında eğitmeyi tasarlamaktadır. “Mecburi ilköğretim çağı, 6 - 14 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın, öğretim yılı sonunda biter.” İşte bu mecburi ilköğretim çağında, Kürt çocukları, Laz çocukları, Çerkes çocukları içine doğup büyüdükleri dil ve kültür ortamından koparılıp “ağaç yaşken asimile edilmeli” mantığından hareketle “milli” bir eğitime tabii tutulmaktalar. Bir çocuğu, tüm evrensel beyannamelerde ifadesini bulan anadili ve kültür haklarından koparıp yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 1. maddesi “Bu Kanun, Türk milli eğitiminin düzenlenmesinde esas olan amaç ve ilkeler, eğitim sisteminin genel yapısı, öğretmenlik mesleği, okul bina ve tesisleri, eğitim araç ve gereçleri ve Devletin eğitim ve öğretim alanındaki görev ve sorumluluğu ile ilgili temel hükümleri bir sistem bütünlüğü içinde kapsar.” Türklüğe vurgu yapar ve ötekileri tamamen görmezden gelir. Yani ülkede yaşayan herkesi “Türk” olarak kabul eder ve ona göre eğitmeyi amaçlar.
“Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;” şeklinde faşizan ve zora dayalı bir eğitim anlayışıyla eğitmeyi amaçlar. Yine ilgili maddenin son bendi şu şekildedir. “Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.” Sahte demokrasi kalıpları içerisine hapsedilen ve faşizmi çağrıştıran bu amaçlar bize Türk Devleti’nin “ötekileri” nasıl da yok saydığını ve herkesi kendisine benzetme amacından hiç de vazgeçmek istemediğini açıkça gösteriyor.
Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri başlığını taşıyan bölüm ise “Milli eğitim hizmeti, Türk vatandaşlarının istek ve kabiliyetleri ile Türk toplumunun ihtiyaçlarına göre düzenlenir.” şeklindedir. Eğitim hizmeti verilirken mesela Kürt, Laz, Çerkez vb. halkların istekleri ve kabiliyetleri hiçe sayılır ve onların ihtiyaçları tamamıyla görmezden gelinir. Eğitim hakkı “her Türk vatandaşının hakkıdır” cümlesiyle vatandaş olmak için önce Türk olmak gerektiği açıkça ifade edilir.
Atatürk İnkılâp ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği üst başlığında ifade edilen şu cümlelere bakalım: “Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri ve anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır. Milli ahlak ve milli kültürün bozulup yozlaşmadan kendimize has şekli ile evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine ve öğretilmesine önem verilir. Milli birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile işbirliği yapılarak Milli Eğitim Bakanlığınca gereken tedbirler alınır.”
Yine anadilinin beşiği sayılan okul öncesi ile ilgili olarak amaçlar arasında“Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamaktır.” şeklinde ifade edilen kanun maddesi öteki halkların çocuklarının kendi dillerini bir kenara bırakıp Türkçeyi güzel ve doğru konuşmalarını amaçlamaktadır.
İlköğretim ile ilgili şu kanun maddeleri yine “ötekilerin çocuklarına” bu alanda da yer olmadığını; ancak Türk olmayı kabul etmeleri koşulluyla kendilerine bir yer bulabileceklerini ima eder. “1. Her Türk çocuğuna iyi bir vatandaş olmak için gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlıkları kazandırmak; onu milli ahlak anlayışına uygun olarak yetiştirmek; 2. Her Türk çocuğunu ilgi, istidat ve kabiliyetleri yönünden yetiştirerek hayata ve üst öğrenime hazırlamaktır.”
Ortaöğretim ve yüksek öğretimde de her cümlenin başında, ortasında ya da sonunda “milli ve Türk” kelimeleri geçmektedir. Çünkü eğitim “milli”dir ve “milli” olması için de “Türk” olması gerekmektedir. Nitekim yükseköğretimin temel amaçları arasında da şu madde bulunmaktadır. “Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici ve kamuoyunu aydınlatıcı bilim verilerini sözle, yazı ile halka yaymak ve yaygın eğitim hizmetlerinde bulunmaktır.”
Sadece örgün eğitimde değil yaygın eğitimde de “milli” sevdasından vazgeçilmez. Şöyle ki; “Milli kültür değerlerimizi koruyucu, geliştirici, tanıtıcı, benimsetici nitelikte eğitim yapmak” maddesine göre mesela bir marangozun ya da kuaförün temel hedefleri arasında öncelikle “milli değerleri korumak” gelir.
Ve Türk Milli eğitiminin neredeyse her kademesinde açılacak okullar, “Türkiye'de ilköğretim okulu, lise veya dengi okullar, Milli Eğitim Bakanlığının izni olmaksızın açılamaz.” Maddesiyle sıkı bir kontrol altında tutulmaktadır.
Türk Milli eğitiminin bu yasakçı karakteri 4-8 sınıflar için seçmeli Arapça dersine izin verirken, birçok okulda anasınıfından itibaren İngilizce dersinin okutulmasına izin verirken neden Kürtçeye, Lazcaya ya da Çerkezceye izin vermez acaba? Aslında bunu anlamak zor değil ancak vicdanı olan insani bir aklın mantığına bir türlü sığmıyor bunlar.
Türk eğitim sisteminin yukarıda birkaç örneğini verdiğim katı çerçevesinde ufak da olsa bir kırılmayı ifade eden Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürt Dili alanının açılması her şeye rağmen önemlidir. Yetersiz ve tadımlık olsa da gelecek açısından tünelin ucundaki bir ışığı ifade edebilir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilktir. Tünelin ucundaki ışığa ulaşmak Kürtlerin anadili ve eğitim alanındaki taleplerini daha örgütlü, planlı olarak savunmalarına ve dillerine ısrarla sahip çıkmalarına da bağlıdır. Sonuçta bugün itibariyle devletin eğitimdeki katı milli politikasından vazgeçtiğine dair veri sayısı ne yazık ki çok azdır. Unutmamak gerekir ki bugün Türkiye’nin her yanındaki ilköğretim okullarında eğitim; “Türküm ile başlayıp ne mutlu Türküm diyene” şeklinde bitmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder