Kayıtlar

Leyla Zana'ya Destek İçin İmza Kampanyası Etik mi?

Kürt sorununu çözeceğine inandığını söylediği Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana’nın “Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez. Bu topraklara barış mutlaka gelecek” sözü “Siyasal çözüme ve Zana’ya destek“ adıyla imzaya açıldı. Kampanyaya, sanatçı Şivan Perwer, BDP’li Murat Bozlak ve AKP’li Galip Ensarioğlu’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı, yazar ve aydının yanı sıra yüzlerce Kürt destek verdi. Hürriyet gazetesine konuşarak önemli açıklamalarda bulunan Zana’nın Kürt sorununa ilişkin sözleri kamuoyunda olduğu gibi sosyal medyada da büyük yankı uyandırmıştı. PKK cephesindeyse söyledikleri tepkiyle karşılanan Zana’ya destek için imza kampanyaları başlatıldı. Farklı gruplar tarafından başlatılan imza kampanyasının metni ortak kullanılıyor. (Taraf: http://www.taraf.com.tr/haber/zana-ya-aydinlardan-destek.htm). Yukarıdaki süreçten hareketle başlatılan imza kampanyasının etik olmadığını ifade eden görüşlerimi “kuyerel@googlegroups.com

Gören Göz Lal Olamaz

Resim
Yıllar öncesine dönüldü. Dönmek iyi midir, kötü müdür bilmeden… Bilinebilirdi aslında. Dönen bazen acının katmerlisini yaşatır bazen bir zamanların vazgeçilmez güzelliğini. Dil yuvarlanır önce. Söz dolanır dile. Bazen ne dediğini bilir; bazen de ortaya saçılmış sözcükler topluluğu kalır sadece. Dil yuvarlanınca kendisini ifade edemez; yanlışı, doğruyu tarif edemez. Lal olur yani. Tutulan dil, duyguyu hapseder. Hapsolan duygu kendine bir yol arar. Bazen bulur bazen bulamaz. Kendine yol bulan dil, serpilir. Şarkı olur, ağıt olur çağlar. Gerçek olur, görünür kılar olanı biteni. Daldan dala konan kuş misali heyecanlıdır. Dil kendini bilirse masal olur, ninni olur. Çocukların gıdası olur. Herkesin kapısı olur. Dile kelepçe vurulursa sansür olur, gerçeği görmez. Söz, "yalan" olur. Gözün gördüğü gerçek olur, gözün gördüğünü gönül de görür. Gönül kör değilse dışa vurur duygusunu. İşte Uludere’de gören göz, dile gelir. Gören göz bazen de vurur. Bile bile öldürür insanı. Ancak ne

Deprem: “Ey Devlet, İyilik Yapma, Vazifeni Yap!”

Resim
Van ve Erciş’te meydana gelen deprem kuşkusuz ki birçoğumuzu derinden etkiledi, üzdü. Bu tür zamanlarda dayanışma ve paylaşma kültürünün önemini kimse yadırgayamaz. Bu tür felaketlere bireysel olarak hazır olmanın yanı sıra devletin zamanında gerekli tüm hazırlıkları planlaması ve pratiğe geçirmesi çok önemli. Deprem sonrasında yaşananlar bize, Türkiye’nin vatandaşına bakış açısını, onu sahipleniş biçimini bir kez daha gösterdi. Merkezi otorite etrafında tüm yetkileri toplayan devlet, çadırı, ambulansı, doktoru, gıda malzemesini, kurtarma ekiplerini Tekirdağ’dan, Bursa’dan vb. şehirlerden toparlama telaşına girdi. Yerinden yönetimin ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğu böylece bir kez daha gün yüzüne çıktı. Devletin ağırlıklı olarak merkez batı illerinden yaptığı aktarmalar/transferler, Doğu’nun nasıl da gerçekten ötekileştirildiğini gösterdi. Hoş, olası bir İstanbul, İzmit depreminde çuvallanacağı çok açık ama yine de Doğu’nun güvenlik eksenli organizasyon dışında sağlık, ilkyardım,

Eğitim-sen Ne İşe Yarar?

Resim
Mimesis-dergi.org sitesinde “Kürt Sorunu Tiyatro ve Drama Eğitimcilerini Hangi Açılardan İlgilendiriyor?” başlığıyla yayınlanan yazıda Bülent Sezgin, benim de katıldığım düşünceleri ifade ediyor. Bülent, bana attığı mailde benim de görüşlerimi paylaşmamı öneriyor. Kürt sorunu bağlamında tiyatro ve drama eğitimcileriyle ilgili çok ciddi gözlemlerim olmasa da genel anlamda eğitimle ilgili birkaç hususu dillendirmek ve tartışmaya bir nebze de olsa katılmak istedim. Öncelikle şunu belirtmeliyim. Okullarda genel anlamda sınıfiçi veya okuliçi tartışmalarda karşı tarafı yani “ötekini” insan yerine koyma ya da empati kurma gibi bir derdi olmuyor insanların. Özellikle savaş sözkonusu olduğunda ağlayan Kürt annesi anne değil, üzülen baba baba değildir. Karşıdaki “terörist” olunca onun “ölüm”ü hakkettiği düşünülür. Ölüm “öteki”ne reva görüldüğü içindir ki o taraftaki ölüm ve yaşattığı yas havası/üzüntü pek önemsenmez. Bu, ezberlenmiş bir yaşam ve düşünce biçimidir. Okul yıllarında sistemli bi

Eğitimde “ Türk ve Milli” Sevdası

Resim
Türkiye, eğitim organizasyonu ve hedefleri anlamında demokratik yaklaşımları uygulamayan dolayısıyla “ötekilerin” en temel insani hakkı olan eğitim hakkını gasp eden bir ülke. Gerek 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, gerek 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, gerek ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim ile ilgili diğer yönetmelik ve kanunlarda toplumun çok kültürlü yapısını dikkate alan yasal düzenlemelerden çok uzaktayız. “Türk vatandaşı kız ve erkek çocuklar ilköğrenimlerini resmi veya özel Türk ilköğretim okullarında yapmakla mükelleftir.” derken “Türklük” vurgusundan vazgeçmiyor. Yine 222 sayılı kanundaki “İlköğretim, kadın erkek bütün Türklerin milli gayelere uygun olarak bedeni, zihni ve ahlaki gelişmelerine ve yetişmelerine hizmet eden temel eğitim ve öğretimdir.” ifadesi ülkede yaşayan herkesi “Türk” olmaya mecbur kılan asimilasyoncu stratejinin vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. Aynı kanunun 3. maddesi ise bütün çocukları doğuştan mezara kadar Türklük ilkesi

Barış İsteği ve Ayak Oyunları

Resim
Devletin her defasında nihai diz çöktürme ve bitirme nidalarıyla yola çıkarak sağa sola kükrediği dönemleri çokça yaşadık. Hepsinin sonunda çok acı çekildi, çok insanın bağrı yandı. Çok insan sevdiklerini toprağa gömdü. Çok insan yüreklerinde derin özlemlerle kendi iç dünyalarında sellerle boğuştu. İşte yeni bir acı döneminin içine düştük. Acı döneminin güdümlü bombaları yürekleri dağlıyor. Dağdan kopup gelen her haberin acı yanı annelerin, babaların, kardeşlerin, çocukların dünyasında derin yaralar açıyor. İster asker ister gerilla olsun ölümle temas eden her kalp yerinden fırlıyor. Bir an duruyor. Sanki hiç çarpmayacakmış gibi kemiriyor insanoğlunun kalbini ve ruhunu… En alasından ağıtlar ciğerlerimizi dağlarken gözlerdeki umutlu bekleyiş yerini hüzne bırakıyor. Gerçek insanlar şunu söylüyor: “Bırakın gencecik canlar yaşasın. Bizimle kırlarda bayırlarda koşsunlar… Sevgilileri olsun, nişanları, düğünleri olsun… Umutları ve hüzünleri olsun, iyi günleri ve kötü günleri ols

Demokratik Özerklik ve Dil

Resim
Victor Hugo’ya göre; “orduların istilası engellenebilir ancak zamanı gelen bir fikrin asla” Demokratik özerklik tartışmalarının son dönemde Türkiye’de gündeme gelmesini zamanı gelmiş bir fikrin tartışılması olarak düşünebiliriz. Fakat dışarıdaki Kürt siyaseti ile içerideki (Öcalan) Kürt siyasetinin dili arasında pratikler anlamında ciddi farklar olduğunu söylemek mümkün. Buna düşünce ile pratik arasındaki fark da denebilir. Normal koşullarda içerinin (Öcalan) dışarıdan (BDP-PKK vb.) en azından zamanlama, konuya/gündeme hâkimiyet anlamında geri kalması anlayışla karşılanabilir. Ancak dışarıdaki Kürt siyaseti; örgütlenme, tabana yayılma, söylem geliştirme, siyaset üretme ve uygulama, sorunları doğru tartışma gibi hususlarda içeriden (çoğu zaman haklı olarak) fırça yiyip duruyor. Demokratik özerkliğin toplumsal hayattaki ve medyadaki uygulama/işleme alanlarından biri “dil” oldu. BDP’ye bağlı belediyelerde “sembolik” olarak iki dil uygulamasına geçilmesi Türk medyasında “oralara müdahale