Ezen ve Ezilenlerin Fotoğrafları Aynı Şeyi mi Söyler?
Bugünün ve geçmişin ezenler ve yeni ezen adayları tarafından yazılmaya çalışılıyor olması şaşırtıcı değildir. Bu yüzden geçmişte işlenen cinayetleri, bir başka egemenin dilinden okumak ve araştırmak yerine mağlupların, ezilenlerin, katledilenlerin dilinden ve izinden algılayabilmek adına Ergenekon iyi bir fırsat olabilir demiştik.
Tasfiye edilenlerin tacını bir başkası takıp krallığını ilan edecekse onca acı ve gözyaşının nedenlerini anlamamış oluruz. Bugünün ve geçmişin galiplerinin, toplumun tarihini kendilerince yazmalarına sadece şahitlik mi edeceğiz yoksa öldürülmüşlerin, işkence görmüşlerin gizlenmiş, saklanmış tarihini doğru yazabilecek miyiz? Kürdistan’daki savaş üzerinden ganimet ve fetih yarışına girenlerin kirli tarihini deşifre etmek bu yüzden çok önemlidir demiştik.
Geçmişte yaşanılanları “bazı devlet memurlarının rutin dışına çıkmış olmasıyla” geçiştirenler kendi suçluluklarını ve ganimetlerini gizlemekle meşguller. Eren Keskin’in ifade ettiği üzre “Ergenekon değil devletin resmi politikaları sonucu” işlenen tüm bu cinayetler, asimilasyon ve baskı mekanizmaları ortaya çıkarılabilirse “devletin meşrulaştırılan barbarlık belgeleri-vatan-millet-Sakarya söylemleri ve eylemleri” ve de pürüzsüz resimleri çizilmiş olur.
Medeniyet ve terörle mücadele denilen devlet pisliğinin nasıl bir medeniyet tasavvuru ve savaş kurguladığını gösteremezsek elleri arkalarından bağlanmış “mağluplarla” nasıl hesaplaşabiliriz acaba? İktidar sahiplerinin ülkenin lanetlileri, ayak bağları olarak gördüğü kolu kırılmış çocukların, cenazesi paramparça edilmiş gençlerin, yolda yürürken ansızın ensesinden vurulan aydınların tarihi doğru yazılamayacaksa hepimiz kutsal devletçilerin ayakları, uçakları, tankları, silahları altında ezilmeye mahkum olacağız. Türkiye’yi doğusu ve batısıyla bir işkence odasına çevirenlere tanık olanların daha şeffaf bir işkence ülkesi yaratma vaatlerini, yeni bir tarih yazmalarını ve temiz bir sayfa açmalarını beklemek tabiri caizse saftilliktir. Nitekim TİHV’in raporuna göre bu sene 34 faili meçhul cinayet işlendiği kamuoyuna duyuruldu.
Devlet aklının kuramcıları, "görkemli" bayramlarında, her defasında çocuklarımızın kendilerini selamlamasını istiyor olabilirler. Ancak hazır olda duranlar, her zaman askeri marşlar eşliğinde uygun adımlarla yeni bir savaşa doğru gönderildiler. TRT 6 , YİBO, Haydi Kızlar Okula, Baba Beni Okula Gönder gibi projelerle biz “vahşilere” medeniyet, kültür ve eğitim getirdiklerini düşünen fetihçilere külahlarını ters giydirme cesaretini göstermek için Diyarbakır sokaklarında panzerlere taşla karşılık veren çocuklara bakmak iyi bir yöntem olabilir.
Sömürge kültürünün tüm anıtlarını Kürdistan’daki her dağın üstüne ve her kasabanın girişine dikenler, her çocuğumuzun okuduğu sınıfın panolarına asanlar eylemlerini temize çıkarabilme cesaretine sahip gibi davranıyorlar. Fakat 10 yaşındaki bir çocuğun attığı taştan saklanmak için tanklarının, panzerlerinin arkasına nasıl bir korkuyla saklandıklarına hepimiz şahidiz.
Durum böyleyken biz ne yapabiliriz?
Geçmişin bugüne ve geleceğe fısıldadıklarını duymazlıktan gelemeyiz. Duymazlıktan gelirsek alışıldık mağlup edilenler kategorisinden kurtulamayız. Geçmiş bize, galipler ne söylerse tersine inanmamız gerektiğini söylüyor. Egemenlerin tarih yazımı ve gerçekleri kaleme alış şekli ezilenlerin hain ve terörist olduğunu iddia ediyor. Ezilmişlerin hak edilmiş bir işkenceye ve ölüme mahkum olması gerektiğini söylüyor.
Egemenlerin ötekinin tarihiyle yüzleşmeleri için yeni egemenlerin inisiyatifiyle yürütülen Ergenekon davasının manipülatif karakteri, ezilenlerin ısrarlı tanıklığı ve takibi ile gerçeğe evriltilebilir.
Öte yandan damarları kesilmiş insanlık onuru kanamaya devam ederken ÖDP’nin Devrimci Dayanışmacıları, bazı Kürtlerin de onayıyla anadilinde eğitim hakkı maddesini Eğitim-sen tüzüğünden çıkarmakla meşguldü.
Hiç unutmam bundan yıllar önce Batman-Diyarbakır karayolunda arabasıyla geçerken beynine isabet eden bir asker kurşunuyla paramparça olan bir akrabamın düşünceleri ve hayalleri, küçük kardeşinin üstünü başını kızıla boyamıştı.
Devrimci Dayanışmacılar, Ergenekon sürecine destek vermekten çekinirken askerde sadece Kürt olduğu için öldürülen teyzemin 20 yaşındaki oğlu, tarihe tanık olma biçimlerine isyan ediyor olsa gerek. Devrimci Dayanışmacılar egemenlerin tarih yazım biçimine su taşırken komşu köyümüzde genç bir arkadaşımız askerde çatışma anında fırsat bu fırsat denerek Kürt olduğu için öldürülmüştü.
Geçmişin gerçek görüntüsünü “kapalı bir kutuda saklamak” isteyen galiplere rağmen kendi toplumsal yazınımıza sahip çıkabilecek miyiz? Bence tarih, askerlik dönüşünde tanık olduklarından şoke olup üç ay boyunca neredeyse hiç konuşmayan abimin gördüklerinde gizli olabilir. Tarih, abisi öldürüldükten iki ay sonra simsiyah saçları kar beyazına dönen köylümün tanıklığında gizli olabilir. Tarih, gece saat ikide köyümüzü basıp küçük kardeşimi alıp götürürlerken annemin askerlere yalvardığı anlarda gizli olabilir. Peki tarih, ablamın -Kürtçe değil- Türkçe şiir defteri için asker tarafından tokat yerkenki anda gizli olabilir mi?
Tarih, arama yapmak isteyen askerlerin kapımızı kırıp evi altüst etmelerine isyan eden 75 yaşındaki bir babanın yediği dayak sonrası söylediği “siz böyle yaparsanız gençlerimize ne düşer?” sözünde gizli olabilir. Peki tarih, köylülerimizin tüm komşu köylüler gibi ansızın gözaltına alınıp Elazığ 1800 evlerde gördükleri işkence odalarında gizli olabilir mi? Tarih, ihbar edilen gerillaların paramparça edilmiş cenazeleri panzerlerin arkasına bağlanarak ilçede dolaştırılırken kana boyanan yollarda ve insanların yüz ifadelerinde gizli olabilir. Peki tarih, küçük kardeşimin YİBO’da okurken faşist öğretmeninden yediği dayaklardan sonra okumama kararı almasında gizli olabilir mi?...
İyi kurgulanmış bir fotoğrafın (soruşturmanın) gerçeği gizleme gücü her zaman vardır. İdeolojik pozların arkasında vahşi ve katil yüzler olduğunu ortaya çıkarmak ise ezilenlerin kendi fotoğraflarını çekmelerine bağlıdır. Ezenlerin haberleri ve fotoğrafları, hep çatışmaya giden “kahraman” askerleri, “yasadışı” bir gösteriyi dağıtmaya çalışan polisleri gösterir. Çünkü ezilenlerin kendileri zaten yasadışıdır onlara göre. Diyarbakır’da sokak ortasında öldürülen gençleri, cezaevlerinde hayata veda ettirilenleri göstermez. Onların fotoğrafları kendi mutlak iktidarlarını sürdürmek için yaşanan trajedilere odaklanmaz.
Bu yüzden Erdoğan’ın Davos’ta güya ezilenler adına verdiği fotoğrafa kanmamakta fayda var. Çünkü o fotoğraf tek boyutlu bir fotoğraf değildir. Dikkatli bakılırsa Filistinli çocukların hemen yanı başında Diyarbakırlı çocukların da olduğu görülecektir. Bir maskenin(fotoğrafın) altında nasıl bir yüz çıkabileceğini V for Vendetta adlı filmi izleyenler iyi bilir. Karşısındakine terörist diyenin yüzündeki maske aniden çekilince o teröristin/zulmedenin aslında kendisi olduğunu gördüğümüzde gerçek tarihin nasıl yazılması gerektiğini daha iyi anlarız aslında. Ezilenler adına Davos’ta verilen pozun üzerinden bir hafta geçmemişken Kürdistan’daki savaş konseptini geliştirmek adına “Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nu” toplayıp savaş fotoğrafları verilmesi dikkatli bakanların gözünden kaçmamıştır sanırım. Davos’ta mazlumlar adına verildiği söylenen fotoğrafa iyi baktığımızda, ezilenlerin parasıyla alınan savaş uçaklarının nasıl ezilenlerin coğrafyasına bomba yağdırdığı da rahatlıkla görülebilir. Ezilenler adına verildiği iddia edilen o fotoğraf, önce İsrailli pilotları bu memlekette eğittikten sonra Filistin’e gönderiyor. Gazze alt üst edildikten sonra yardım kampanyaları düzenliyor o fotoğraf.
İktidarlar ve güç sahipleri kendi tarih yapma araçlarını kullanırken bir gerillanın paramparça edilmiş cesedine karşılık bizim vergilerimizden oluşan devlet bütçesinden para aldılar. Onların fotoğrafları, iktidarlar için yeni bir bilgi üretmez. Üretse de bu bilginin üstü ustalıkla çizilir. Oysaki fotoğraflarımızın farkındalıkları, ürkütücü ölüm ritüellerini dünyaya gösterme gücü her zaman vardır. Onların fotoğrafları pürüzsüzdür, makyajlıdır. Herkes resmidir, düzenlidir. Bu yüzden işlenen her cinayet, devletin bekası içindir. Bizim fotoğraflarımız ise daha çirkin ve gerçekçidir ama yürek burkar, sahip çıkılırsa güçlerini sarsabilir.
Devrimci Dayanışmacıların fotoğraf makineleri ise şuna inanır: “tarihte her ne olduysa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur.(Marx)” Bazı sol muhaliflerin anlaşılmaz tutumlarını ve kafa karışıklıklarını “geçmişin yaşanmış ve bitmiş bir olgu” olarak ele alınmasında ve yukarıdaki gibi kalıp düşüncelerde aramak gerekiyor galiba. Oysaki Marksist literatür şunu da söyler: “Geçmiş” her şeyden önce “bugün” ile bağlantılı ve bu yüzden de her gün yeniden yaratılan bir mücadele alanıdır. Tıpkı Tosh’un söylediği gibi “tarih siyasal bir savaş meydanıdır.”
Milli tarih yorumu ders kitapları, basın ve televizyon dolayısıyla her yere nüfuz ediyorsa gerçeği doğru kılacak olan güç, ezilenlerin direniş gücüne bağlı değil midir?
İktidarın yazdığı tarih “kör noktalar, karalamalar ve kendini haklı gösterme manşetleriyle” dolup taşar. Dolup taştığı içindir ki inkâr edilmesi, gizlenmesi çok zordur. Dolup taştığı içindir ki sıksan toprağı cesetler, kemikler fışkırır. İnsanlık onurunu ve vicdanını esas alanlar ise bu “kör noktaları” ortaya çıkarmakla yükümlüdür. Tarihsel gelişmeleri “bilinemezliğe” indirgeyen ezen anlayışına karşı koyabilmek için “devrimci dayanışmacı” olmaya gerek yok. Vicdanlı ve onurlu bir insan olmak yeterli.
ÖDP’nin yeni "devrimci" başkanı özetle şu demeci vermiş: “Bu tutuklamalara destek veriyorum. Ergenekon davasının demokrasi projesi olarak sunulmasına karşıyım. Dava, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde bir atlama noktası olamaz. Son dönemlerde Türkiye’de 1.5 milyon kişi polis tarafından dinlendi. Ancak, dava kapsamında MHP ve BBP gibi partiler gündeme getirilmedi. Ergenekon sürecinde ABD, AKP ve liberal kesimler bir cephe; ulusalcı, milliyetçi ve otoriter kesimler ise başka bir cephe.“
Bizim de lisedeyken bir öğretmenimiz vardı. Bazen sınıfa bir soru sorup “doğru diyenler, yanlış diyenler” diye öğrencilerin parmak kaldırmasını isterdi. Çekimser davrananlara ise “tavşan boku da zararsızdır, kokmaz” ama hiç olmazsa neden olduğunu açıklayınız derdi. ÖDP’nin devrimci dayanışmacıları, ulusalcılarla birlikte veya paralel olarak “devrimci” yolda yürürken bu soruşturmanın büyük insanlık dramlarını bir nebze de olsa ortaya çıkarmak için iyi bir fırsat olabileceğini neden kabullenmek istemiyorlar acaba? Ezilenlere dönük çoğunlukla “ulusalcı” geçinenlerin işledikleri cinayetlerin günyüzüne çıkarılması, ÖDP'nin devrim idealine nasıl bir sekte vurabilir ki? Milliyetçi, ulusalcı, otoriter kesimlerin işledikleri cinayetlerin ortaya çıkması ÖDP'nin neyine zarar veriyor olabilir ki! Cinayetlerin hiç olmazsa bir bölümü aydınlatıldığında ÖDP oy mu kaybedecek? Özgürlük ve dayanışmayı ezilenlerle değilse kiminle gerçekleştirmeyi düşünüyor olabilir ÖDP'nin devrimci dayanışmacıları?
Ezilenlerin Türkiye tarihi, en azından herkesin bir akrabasının, kardeşinin, eşinin, çocuğunun bir yerlerde yaralandığını, işkence gördüğünü, aşağılandığını ve tabii ki öldürüldüğünü söylemez mi? Eğer öyleyse devrimci olmasa da insanca bir dayanışma potansiyeli var demektir.
Ezen ve Ezilenlerin Fotoğrafları Aynı Şeyi mi Söyler? sorusuna en güzel cevaplardan birini Bertold Brecht vermiş. Brecht, bu dizelerde sadece egemenlerin tarih yazımını değil aynı zamanda mağdurların da tarihe seyirci kalmasını eleştiriyor aslında. “Bırakalım birbirlerini yesinler” dedikleri uzun zamandır medyaya yansıyan Ergenekon seyircilerine duyurulur.
***
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar
Çin Seddi bitince?
Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans'ta?
Atlantik'te, o masallar ülkesinde bile,
boğulurken insanlar
uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan'ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalılar'ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşı'nı 2. Frederik kazanmış?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir sürü olay sana
Ve bir sürü soru.
Tasfiye edilenlerin tacını bir başkası takıp krallığını ilan edecekse onca acı ve gözyaşının nedenlerini anlamamış oluruz. Bugünün ve geçmişin galiplerinin, toplumun tarihini kendilerince yazmalarına sadece şahitlik mi edeceğiz yoksa öldürülmüşlerin, işkence görmüşlerin gizlenmiş, saklanmış tarihini doğru yazabilecek miyiz? Kürdistan’daki savaş üzerinden ganimet ve fetih yarışına girenlerin kirli tarihini deşifre etmek bu yüzden çok önemlidir demiştik.
Geçmişte yaşanılanları “bazı devlet memurlarının rutin dışına çıkmış olmasıyla” geçiştirenler kendi suçluluklarını ve ganimetlerini gizlemekle meşguller. Eren Keskin’in ifade ettiği üzre “Ergenekon değil devletin resmi politikaları sonucu” işlenen tüm bu cinayetler, asimilasyon ve baskı mekanizmaları ortaya çıkarılabilirse “devletin meşrulaştırılan barbarlık belgeleri-vatan-millet-Sakarya söylemleri ve eylemleri” ve de pürüzsüz resimleri çizilmiş olur.
Medeniyet ve terörle mücadele denilen devlet pisliğinin nasıl bir medeniyet tasavvuru ve savaş kurguladığını gösteremezsek elleri arkalarından bağlanmış “mağluplarla” nasıl hesaplaşabiliriz acaba? İktidar sahiplerinin ülkenin lanetlileri, ayak bağları olarak gördüğü kolu kırılmış çocukların, cenazesi paramparça edilmiş gençlerin, yolda yürürken ansızın ensesinden vurulan aydınların tarihi doğru yazılamayacaksa hepimiz kutsal devletçilerin ayakları, uçakları, tankları, silahları altında ezilmeye mahkum olacağız. Türkiye’yi doğusu ve batısıyla bir işkence odasına çevirenlere tanık olanların daha şeffaf bir işkence ülkesi yaratma vaatlerini, yeni bir tarih yazmalarını ve temiz bir sayfa açmalarını beklemek tabiri caizse saftilliktir. Nitekim TİHV’in raporuna göre bu sene 34 faili meçhul cinayet işlendiği kamuoyuna duyuruldu.
Devlet aklının kuramcıları, "görkemli" bayramlarında, her defasında çocuklarımızın kendilerini selamlamasını istiyor olabilirler. Ancak hazır olda duranlar, her zaman askeri marşlar eşliğinde uygun adımlarla yeni bir savaşa doğru gönderildiler. TRT 6 , YİBO, Haydi Kızlar Okula, Baba Beni Okula Gönder gibi projelerle biz “vahşilere” medeniyet, kültür ve eğitim getirdiklerini düşünen fetihçilere külahlarını ters giydirme cesaretini göstermek için Diyarbakır sokaklarında panzerlere taşla karşılık veren çocuklara bakmak iyi bir yöntem olabilir.
Sömürge kültürünün tüm anıtlarını Kürdistan’daki her dağın üstüne ve her kasabanın girişine dikenler, her çocuğumuzun okuduğu sınıfın panolarına asanlar eylemlerini temize çıkarabilme cesaretine sahip gibi davranıyorlar. Fakat 10 yaşındaki bir çocuğun attığı taştan saklanmak için tanklarının, panzerlerinin arkasına nasıl bir korkuyla saklandıklarına hepimiz şahidiz.
Durum böyleyken biz ne yapabiliriz?
Geçmişin bugüne ve geleceğe fısıldadıklarını duymazlıktan gelemeyiz. Duymazlıktan gelirsek alışıldık mağlup edilenler kategorisinden kurtulamayız. Geçmiş bize, galipler ne söylerse tersine inanmamız gerektiğini söylüyor. Egemenlerin tarih yazımı ve gerçekleri kaleme alış şekli ezilenlerin hain ve terörist olduğunu iddia ediyor. Ezilmişlerin hak edilmiş bir işkenceye ve ölüme mahkum olması gerektiğini söylüyor.
Egemenlerin ötekinin tarihiyle yüzleşmeleri için yeni egemenlerin inisiyatifiyle yürütülen Ergenekon davasının manipülatif karakteri, ezilenlerin ısrarlı tanıklığı ve takibi ile gerçeğe evriltilebilir.
Öte yandan damarları kesilmiş insanlık onuru kanamaya devam ederken ÖDP’nin Devrimci Dayanışmacıları, bazı Kürtlerin de onayıyla anadilinde eğitim hakkı maddesini Eğitim-sen tüzüğünden çıkarmakla meşguldü.
Hiç unutmam bundan yıllar önce Batman-Diyarbakır karayolunda arabasıyla geçerken beynine isabet eden bir asker kurşunuyla paramparça olan bir akrabamın düşünceleri ve hayalleri, küçük kardeşinin üstünü başını kızıla boyamıştı.
Devrimci Dayanışmacılar, Ergenekon sürecine destek vermekten çekinirken askerde sadece Kürt olduğu için öldürülen teyzemin 20 yaşındaki oğlu, tarihe tanık olma biçimlerine isyan ediyor olsa gerek. Devrimci Dayanışmacılar egemenlerin tarih yazım biçimine su taşırken komşu köyümüzde genç bir arkadaşımız askerde çatışma anında fırsat bu fırsat denerek Kürt olduğu için öldürülmüştü.
Geçmişin gerçek görüntüsünü “kapalı bir kutuda saklamak” isteyen galiplere rağmen kendi toplumsal yazınımıza sahip çıkabilecek miyiz? Bence tarih, askerlik dönüşünde tanık olduklarından şoke olup üç ay boyunca neredeyse hiç konuşmayan abimin gördüklerinde gizli olabilir. Tarih, abisi öldürüldükten iki ay sonra simsiyah saçları kar beyazına dönen köylümün tanıklığında gizli olabilir. Tarih, gece saat ikide köyümüzü basıp küçük kardeşimi alıp götürürlerken annemin askerlere yalvardığı anlarda gizli olabilir. Peki tarih, ablamın -Kürtçe değil- Türkçe şiir defteri için asker tarafından tokat yerkenki anda gizli olabilir mi?
Tarih, arama yapmak isteyen askerlerin kapımızı kırıp evi altüst etmelerine isyan eden 75 yaşındaki bir babanın yediği dayak sonrası söylediği “siz böyle yaparsanız gençlerimize ne düşer?” sözünde gizli olabilir. Peki tarih, köylülerimizin tüm komşu köylüler gibi ansızın gözaltına alınıp Elazığ 1800 evlerde gördükleri işkence odalarında gizli olabilir mi? Tarih, ihbar edilen gerillaların paramparça edilmiş cenazeleri panzerlerin arkasına bağlanarak ilçede dolaştırılırken kana boyanan yollarda ve insanların yüz ifadelerinde gizli olabilir. Peki tarih, küçük kardeşimin YİBO’da okurken faşist öğretmeninden yediği dayaklardan sonra okumama kararı almasında gizli olabilir mi?...
İyi kurgulanmış bir fotoğrafın (soruşturmanın) gerçeği gizleme gücü her zaman vardır. İdeolojik pozların arkasında vahşi ve katil yüzler olduğunu ortaya çıkarmak ise ezilenlerin kendi fotoğraflarını çekmelerine bağlıdır. Ezenlerin haberleri ve fotoğrafları, hep çatışmaya giden “kahraman” askerleri, “yasadışı” bir gösteriyi dağıtmaya çalışan polisleri gösterir. Çünkü ezilenlerin kendileri zaten yasadışıdır onlara göre. Diyarbakır’da sokak ortasında öldürülen gençleri, cezaevlerinde hayata veda ettirilenleri göstermez. Onların fotoğrafları kendi mutlak iktidarlarını sürdürmek için yaşanan trajedilere odaklanmaz.
Bu yüzden Erdoğan’ın Davos’ta güya ezilenler adına verdiği fotoğrafa kanmamakta fayda var. Çünkü o fotoğraf tek boyutlu bir fotoğraf değildir. Dikkatli bakılırsa Filistinli çocukların hemen yanı başında Diyarbakırlı çocukların da olduğu görülecektir. Bir maskenin(fotoğrafın) altında nasıl bir yüz çıkabileceğini V for Vendetta adlı filmi izleyenler iyi bilir. Karşısındakine terörist diyenin yüzündeki maske aniden çekilince o teröristin/zulmedenin aslında kendisi olduğunu gördüğümüzde gerçek tarihin nasıl yazılması gerektiğini daha iyi anlarız aslında. Ezilenler adına Davos’ta verilen pozun üzerinden bir hafta geçmemişken Kürdistan’daki savaş konseptini geliştirmek adına “Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nu” toplayıp savaş fotoğrafları verilmesi dikkatli bakanların gözünden kaçmamıştır sanırım. Davos’ta mazlumlar adına verildiği söylenen fotoğrafa iyi baktığımızda, ezilenlerin parasıyla alınan savaş uçaklarının nasıl ezilenlerin coğrafyasına bomba yağdırdığı da rahatlıkla görülebilir. Ezilenler adına verildiği iddia edilen o fotoğraf, önce İsrailli pilotları bu memlekette eğittikten sonra Filistin’e gönderiyor. Gazze alt üst edildikten sonra yardım kampanyaları düzenliyor o fotoğraf.
İktidarlar ve güç sahipleri kendi tarih yapma araçlarını kullanırken bir gerillanın paramparça edilmiş cesedine karşılık bizim vergilerimizden oluşan devlet bütçesinden para aldılar. Onların fotoğrafları, iktidarlar için yeni bir bilgi üretmez. Üretse de bu bilginin üstü ustalıkla çizilir. Oysaki fotoğraflarımızın farkındalıkları, ürkütücü ölüm ritüellerini dünyaya gösterme gücü her zaman vardır. Onların fotoğrafları pürüzsüzdür, makyajlıdır. Herkes resmidir, düzenlidir. Bu yüzden işlenen her cinayet, devletin bekası içindir. Bizim fotoğraflarımız ise daha çirkin ve gerçekçidir ama yürek burkar, sahip çıkılırsa güçlerini sarsabilir.
Devrimci Dayanışmacıların fotoğraf makineleri ise şuna inanır: “tarihte her ne olduysa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur.(Marx)” Bazı sol muhaliflerin anlaşılmaz tutumlarını ve kafa karışıklıklarını “geçmişin yaşanmış ve bitmiş bir olgu” olarak ele alınmasında ve yukarıdaki gibi kalıp düşüncelerde aramak gerekiyor galiba. Oysaki Marksist literatür şunu da söyler: “Geçmiş” her şeyden önce “bugün” ile bağlantılı ve bu yüzden de her gün yeniden yaratılan bir mücadele alanıdır. Tıpkı Tosh’un söylediği gibi “tarih siyasal bir savaş meydanıdır.”
Milli tarih yorumu ders kitapları, basın ve televizyon dolayısıyla her yere nüfuz ediyorsa gerçeği doğru kılacak olan güç, ezilenlerin direniş gücüne bağlı değil midir?
İktidarın yazdığı tarih “kör noktalar, karalamalar ve kendini haklı gösterme manşetleriyle” dolup taşar. Dolup taştığı içindir ki inkâr edilmesi, gizlenmesi çok zordur. Dolup taştığı içindir ki sıksan toprağı cesetler, kemikler fışkırır. İnsanlık onurunu ve vicdanını esas alanlar ise bu “kör noktaları” ortaya çıkarmakla yükümlüdür. Tarihsel gelişmeleri “bilinemezliğe” indirgeyen ezen anlayışına karşı koyabilmek için “devrimci dayanışmacı” olmaya gerek yok. Vicdanlı ve onurlu bir insan olmak yeterli.
ÖDP’nin yeni "devrimci" başkanı özetle şu demeci vermiş: “Bu tutuklamalara destek veriyorum. Ergenekon davasının demokrasi projesi olarak sunulmasına karşıyım. Dava, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde bir atlama noktası olamaz. Son dönemlerde Türkiye’de 1.5 milyon kişi polis tarafından dinlendi. Ancak, dava kapsamında MHP ve BBP gibi partiler gündeme getirilmedi. Ergenekon sürecinde ABD, AKP ve liberal kesimler bir cephe; ulusalcı, milliyetçi ve otoriter kesimler ise başka bir cephe.“
Bizim de lisedeyken bir öğretmenimiz vardı. Bazen sınıfa bir soru sorup “doğru diyenler, yanlış diyenler” diye öğrencilerin parmak kaldırmasını isterdi. Çekimser davrananlara ise “tavşan boku da zararsızdır, kokmaz” ama hiç olmazsa neden olduğunu açıklayınız derdi. ÖDP’nin devrimci dayanışmacıları, ulusalcılarla birlikte veya paralel olarak “devrimci” yolda yürürken bu soruşturmanın büyük insanlık dramlarını bir nebze de olsa ortaya çıkarmak için iyi bir fırsat olabileceğini neden kabullenmek istemiyorlar acaba? Ezilenlere dönük çoğunlukla “ulusalcı” geçinenlerin işledikleri cinayetlerin günyüzüne çıkarılması, ÖDP'nin devrim idealine nasıl bir sekte vurabilir ki? Milliyetçi, ulusalcı, otoriter kesimlerin işledikleri cinayetlerin ortaya çıkması ÖDP'nin neyine zarar veriyor olabilir ki! Cinayetlerin hiç olmazsa bir bölümü aydınlatıldığında ÖDP oy mu kaybedecek? Özgürlük ve dayanışmayı ezilenlerle değilse kiminle gerçekleştirmeyi düşünüyor olabilir ÖDP'nin devrimci dayanışmacıları?
Ezilenlerin Türkiye tarihi, en azından herkesin bir akrabasının, kardeşinin, eşinin, çocuğunun bir yerlerde yaralandığını, işkence gördüğünü, aşağılandığını ve tabii ki öldürüldüğünü söylemez mi? Eğer öyleyse devrimci olmasa da insanca bir dayanışma potansiyeli var demektir.
Ezen ve Ezilenlerin Fotoğrafları Aynı Şeyi mi Söyler? sorusuna en güzel cevaplardan birini Bertold Brecht vermiş. Brecht, bu dizelerde sadece egemenlerin tarih yazımını değil aynı zamanda mağdurların da tarihe seyirci kalmasını eleştiriyor aslında. “Bırakalım birbirlerini yesinler” dedikleri uzun zamandır medyaya yansıyan Ergenekon seyircilerine duyurulur.
***
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar
Çin Seddi bitince?
Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans'ta?
Atlantik'te, o masallar ülkesinde bile,
boğulurken insanlar
uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan'ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalılar'ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşı'nı 2. Frederik kazanmış?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir sürü olay sana
Ve bir sürü soru.
Yorumlar
Yorum Gönder