Adaletin "Pençesi"nden Kurtulmak

Türkiye’de adaletin bağımsızlığı, adalete saygı, adalet önünde eşitlik gibi manipülasyon ağırlıklı söylemleri çokça duyarız. Adalet, dünyanın her ülkesinde en tartışmalı alanlardan biridir. Platon’dan tutun Yusuf Has Hacip’e kadar hemen bütün düşünürlerin kafa yorduğu kavramların başında adalet gelir. Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig adlı eserinde devlet yönetimiyle ilgili adalet, mutluluk, akıbet ve akıl gibi dört temel kavramdan bahseder. Yüzyıllar boyunca adalet/hukuk kavramı üzerine çok düşünülüp çok söylenmesinin temel sebebi adaletsizliktir. Adil bir dünya, toplum özlemi her zaman insanlar için büyük bir umut olmuştur. Umutları karanlığa koşanlar, adaleti kendi haksız ideolojilerini resmileştirmenin ve ehilleştirmenin bir aracı olarak kullanmışlardır.
Adalet kavramı da tıpkı eğitim gibi devletin temel ideolojik aygıtlarından biri olmuştur. Devletin bekasına halel getirecek her türlü mücadele biçimi adalet aracılığıyla alt edilmiştir. O yüzden ezenler, yönetenler hep “adaletin kestiği parmak acımaz” derler. Çünkü kesilen parmak onlara ait değildir. Adaletin terazisi ezenlerin lehine çalışır. Bu, hiçbir zaman dengeli bir terazi değildir. Eksik ölçen bakkalın terazisine benzer. Adalet, dengeli olmadığı için de devreye “merhamet” girer. Çünkü adaletin verdiği karar vicdani anlamda kabul edilebilir değilse ezenlerin henüz kaybetmediğine inanılan kalbine hitap edilir. Merhamet, bir politikadır. Örneğin haksız bir şekilde ölüm cezasına çarptırılan kişinin hayatı kendisine bağışlanırsa bağışlayanın unvanı merhametli ve şefkatliye çıkar. Bağışlanan ise kendisini bağışlayana borçlanmış hisseder. Bu bir tür ezilmişlik duygusu yaratır ona. Affeden her şeye rağmen “merhametlidir”, affedilenin yanlışına rağmen devletin başı merhametini esirgememiş sayılır. Af etmek, bir tür bağışlamadır. Af eden haklıdır. Affedilen ise haksızdır. Affetmek büyüklüğün şanındandır. Bu yüzden devlet, “yanlış yapanlara” şöyle seslenir. “gelin devletin şefkatli kollarına teslim olun.”
Adalet, Türkiye’nin en büyük yalanlardan biridir. Çünkü o adalet hiçbir zaman toplumun yanında yer almadı. Toplumun farklı kesimlerine eşit mesafede bir yaklaşım sergilemedi. Türkiye’de adalet, korku kültürü ve korku toplumu oluşturmak için kullanılan en büyük silahlardan biridir. En faşistinden solcu geçinen CHP gibi partilerine, askerinden siviline kadar iktidara gelen hemen hemen herkesin, zulmünü meşru kılmak için elinden düşürmediği biricik bir silahtır adalet. Bunun adı bazen "Adalet ve Kalkınma Partisi" bazen "Adalet Partisi" olsa ne yazar! Nitekim İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükûn Kararları, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri vb. mahkemeler aracılığıyla toplumun sistemden yakınan, şikâyetçi olan her kesimi adaletin pençesinden hiçbir zaman kurtulamamıştır. Çünkü adaletin pençesi denen şey aslında devletin “güçlü” pençesidir. Vurdu mu paramparça eder. Vuruşu keyfiyetten de değildir. “Devletin ve toplumun refahı ve istikrarı içindir her şey!” Dolayısıyla devletin adaletli pençesinden kurtulmak imkânsızdır.
Türkiye’de toplumun, televizyon izleyicisinin, radyo dinleyicisinin, gazete ve dergi okuyucusun kafasının çok erken karıştığı düşünülür. Toplumun kafasını karıştıranlar “güçlü adaletin pençesinden” kurtulamazlar. Adaleti kendi çıkarları için kullanma geleneği ise bir başka ilkesizlik halidir. Bu ilkesizlik örneğin bir başsavcı tutuklandığı gün tutuklanan 75 Kürdü görmezden gelir. Öyle ki şu satırları yazarken bile “Kürdü” kelimesinin word dosyasında bir imla hatası olarak karşıma çıkması bir adaletsizliktir.
Hakikatle ilişkisi olmayan Türk adalet sisteminin toplumda yarattığı travmanın nüvelerinin ilerde daha net görüleceğini tahmin ediyorum. Son birkaç aydır tutuklanan 1000’den fazla Kürt siyasetçisi, çocuğu şu an için birçok kişi için görmezden gelinmesi gereken “adalet tanımazlar ve adalet düşmanları” olarak lanse edilmektedir. Adaletin tanrısal elinin Kürt çocuklarına, siyasetçilerine reva gördüğü “tutuklama hali” aslında bize bu terazinin topallama haline işaret eder. Topallayan bu terazi yerle yeksan olduğunda en başta adalet dağıtıcılarının adalet isteyeceğini unutmamak gerekiyor. Bu durumu Ergenekon’dan dolayı tutuklananların ağzından çokça duyuyor olmamız hiçte şaşırtıcı değildir.
Ötekini bir tür yeme biçimine dönen adalet tezgâhı, ergeç çöktüğünde adalet dağıtıcılarının çokça taptığı “tek uluslu, tek dilli” ülkeleri de çatırdamaya başlayacaktır. Çünkü adaleti çiğneyen bir adalet sistemi ergeç hesap vermek zorunda kalacaktır. Adaleti silahın ve militarizmin bir tür yoldaşı haline getiren “insafsız dağıtıcıların”, gerçek adalet isteyenlerin hışmından nasıl kurtulacaklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. Denebilir ki bu da bir tür adaletsizliğe işaret etmez mi? Öyle. Umarız adaletin hışmına uğrayanlar, onlarla aynılaşmazlar.
Güçlülerin adaletli olmadığından ve de güçlerini “adaletsiz adalet sistemi”nden aldığından artık kimsenin şüphesi yok. Gandhi’nin ezilen dünya toplumlarına öğütlediği gibi “adaletsiz rejim, adaletle yıkıldığında” kaçacak delik arayanların kendilerine siper ettikleri adalet binalarının nasıl başlarına yıkılacağını görmek için daha fazla adalet istemek gerekiyor. Kendimiz için istediğimiz adaleti başkası için de istemek gerekiyor. Bir tür empati kültürüne sahip olmak ve insanî değerleri unutmamak gerekiyor. Güçlünün umurunda olmasa da eşitlik isteği bu yolda ezilenler için bir tür fener işlevi görecektir.
Kısa çöpün uzun çöpten öcünü değil ama hakkını alması için Türk adalet sisteminin kokuşmuş tüm yanlarının deşifre edilmesine ihtiyaç olduğu bir gerçek. Adalet isteyenin “terörist” olarak mimlendiği bir sistemde ötekini terörist diye damgalayanların "iyi savcı veya hakim ünvanına" sahip olması bizim için artık bir şey ifade etmiyor. Bir gün kırılacak kalemleri kalmadığında o savcı, yargıç ve hakimlere sorulacak çok fazla sorusu olan insan sayısı bize umutlu olmamız gerektiğini söylüyor.
Not: Bu yazı http://kulturelcogulcugundem.com sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Leyla Zana'ya Destek İçin İmza Kampanyası Etik mi?

Kom Geleneğinin Oluşumu ve Sanata Biçilen Roller

Bir Varmış Bir Yokmuş!