Bizi Hakikatten Ayıran Kültür Başkenti
Bu ülkede bir gün bir ay, bir ay da bir yıl kadar uzundur.İş hatırlamaya gelince "mümkün olduğunca erken unutmak" adettendir. Her gün ülkenin katil, linç hanesine yeni eklerle karşılaşıyoruz. Kültürlüyüz deyip her gün öldürmeye devam ediyoruz. Kültürlüyüz deyip Ermeniyi, Kürdü kendi dilinde konuşturmuyoruz. Katillerin, linççilerin bir süre için meşgul etmiş olduğu hapishanelerde yerler açılıyor. Kelepçelenmiş Kürtleri kapatmak için. Faşizmin en önemli göstergelerinden biridir sıra sıra dizilmiş insanlar. Tektipleştirmek faşizmin özüne uygun bir yaklaşım. Peki kültürel zenginlik bunun neresinde kalıyor dersiniz?
Nicedir “kültürel zenginlik” şokundan kendimi alıp yazamadım şu kültür başkenti hikâyesini. Kültürel zenginlik konusunda başa yarıştığını iddia eden anlayış, Romanlarla biraz eğlenip tabiri caizse kurtlarını döktükten sonra onları İstanbul’un en ücra köşelerine fırlatmış mıydı acaba? İstanbul, kültür başkenti olacak diye Sulukule’de oturan Romanlar, kültürleriyle birlikte aforoz edilmiş miydi hiç?
Khalil Cibran’a göre “bir öğreti, pencere camı gibidir, hakikate oradan bakarız, ama bizi hakikatten ayıran da odur.” Kültür başkenti kavramına da bu şekilde bakmak gerekiyor. Bizi kültür başkenti hakikatinden ayıran onlarca şey var aslında. İstanbul gerçekten de kültürel farklılıklar anlamında vakti zamanda önemli bir şehirmiş. Fakat bugün bazı kırıntılarla avunmak durumunda kalmış görünüyor. Kültürel zenginliği yaratanların önemli bir bölümünün İstanbul’dan tasfiye edildiğini düşünürsek durum daha iyi anlaşılabilir. Hrant Dink bunların başında geliyordu. Hrant’ın sokak ortasında öylece yere kapaklanmış ömrü, bize bir öyküden bahsediyordu. “Burası bizimdir Ermenilere ölüm” diyordu bu resim. Bu resim, kültürel zenginliğin öldürüldüğünün resmiydi aslında.
Zerdüşt’ün buyurduğu şekliyle söyleyecek olursak “kanla yazılan okunmak değil, ezberlenmek ister.” Bu ezber, 85 yıldır zenginliğimize kurşun sıkan, onu aşağılayan, ötekileştiren, linç eden bir resimdir. Ezberlenen ise unutulmaz sanılır. Oysaki öyle değil. Ben daha ilkokuldayken binbaşı bir müdürümüz vardı. Okula ilk geldiğinde Atatürk ilke ve inkılâplarını çoğaltıp her öğrenciye dağıtmıştı. O metinde yüzlerce defa Türk kelimesi geçiyordu. Yaklaşık on sayfa ve düzyazı şeklindeki bu metni korkumuzdan olsa gerek ezberlemiştik. Ama şimdi hatırlamıyorum bile.
Onurlu insanların onursuzlar karşısındaki “yitirilmiş” cesetleriyle doludur Anadolu ve İstanbul. Daha geçen gün askerde sırtından vurulan Kürt genci Batmanlı Ergün Önen’in resmi bize ne hatırlatıyor? Ergün Önen, eğer bir çatışmada ölseydi ve de Batıdaki bir şehirde toprağa verilseydi belki de ardından binlerce kişi kahrolsun PKK, ya sev ya terk et diye ritm tutacaktı. Son üç yılda yaklaşık 100 gencin resmi bize kültürel bir yitirilmişliği de göstermiyor mu? Bu yüz genç bir çatışmada ölseydi belki de MHP ve CHP koalisyonu şimdi iktidar olmuş olacaktı. 90’lı yıllarda Ergün ile aynı kaderi paylaşmıştı Teyzemin oğlu. Ancak ezberlenmiş maalesef bozulamadı. O da İstanbul’da yaşıyordu. İstanbul’un bir rengi de oydu.
Geçen gün Panorama Müzesi(1453)’ni ziyaret ettim. Birkaç kilometre ötesinde ise tepesine minareler dikilmiş Ayasofya vardı. Yazın Sivas’ta bir Ermeni köyünü ziyaret ettim. Eski Ermeni Kilise’si cami olmuştu. Bu talan etme geleneğini düşündüğümde kültür başkenti kavramı nedense bana çok manipülatif geliyor. İstanbul’da hangi kültürlerin yaşamasına razı gelindiği aşikârdır oysaki. Yedi tepeli İstanbul’un her merkezinde yedi tane Türk pop/halk sanatçısının konseri vardı. Kültür başkenti olgusunun bir kandırmacadan ibaret olduğunu birlikte izledik.
Türk’ün olduğu kadar Kürdün, Ermeni’nin, Rum’un, Çingene’nin, Laz’ın, Süryani’nin, Çerkez’in, Alevi’nin cebinden çıkan vergilerle şatafatlı açılışlar organize etmeyi kültürel zenginlik diye yutturmak tam bir saçmalık. Bu en az Alevi’nin vergisiyle cami yaptırmak, hacca insanlar göndermek, imamlara maaş vermek, suniliği anlatan ders kitapları basmak kadar saçma. Bütün bir kültürel mirası, Türk’e ait bir imgeyle sunan kültür başkenti konsepti ile karşı karşıyayız.
Görsel sanatlar, müzik, sinema, belgesel, edebiyat, gösteri sanatları, geleneksel sanatlar, kent kültürü, eğitim vb. başlıklar üzerinden organize edilen etkinliklere bakıldığında kültürel zenginliğin “tek kimlikli” bir konseptle hazırlandığını daha iyi görürsünüz. Müzeler başlığı altında sadece bugün artık yakılıp yıkılması, taşınması, göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir takım yapılardan bahsedilebilir. Oysaki İstanbul, Türkiye ve Avrupa’nın en önemli kültürel zenginliklerini bünyesinde barındırmış ve her şeye rağmen barındırmaya devam eden bir şehir. Kendi ülkesindeki barış girişimlerine değer vermeyen bir zihniyet, Barış Sanatçıları konseri düzenlese ne çıkar. Geri planında “İstanbul Türk’e aittir ve sadece Türk kültürüyle yaşayacaktır.” konseptini gördüğümüz bu “kültür başkenti kavramı” bizi kendisinden ayıran asıl hakikatlerden biridir aslında.
Nicedir “kültürel zenginlik” şokundan kendimi alıp yazamadım şu kültür başkenti hikâyesini. Kültürel zenginlik konusunda başa yarıştığını iddia eden anlayış, Romanlarla biraz eğlenip tabiri caizse kurtlarını döktükten sonra onları İstanbul’un en ücra köşelerine fırlatmış mıydı acaba? İstanbul, kültür başkenti olacak diye Sulukule’de oturan Romanlar, kültürleriyle birlikte aforoz edilmiş miydi hiç?
Khalil Cibran’a göre “bir öğreti, pencere camı gibidir, hakikate oradan bakarız, ama bizi hakikatten ayıran da odur.” Kültür başkenti kavramına da bu şekilde bakmak gerekiyor. Bizi kültür başkenti hakikatinden ayıran onlarca şey var aslında. İstanbul gerçekten de kültürel farklılıklar anlamında vakti zamanda önemli bir şehirmiş. Fakat bugün bazı kırıntılarla avunmak durumunda kalmış görünüyor. Kültürel zenginliği yaratanların önemli bir bölümünün İstanbul’dan tasfiye edildiğini düşünürsek durum daha iyi anlaşılabilir. Hrant Dink bunların başında geliyordu. Hrant’ın sokak ortasında öylece yere kapaklanmış ömrü, bize bir öyküden bahsediyordu. “Burası bizimdir Ermenilere ölüm” diyordu bu resim. Bu resim, kültürel zenginliğin öldürüldüğünün resmiydi aslında.
Zerdüşt’ün buyurduğu şekliyle söyleyecek olursak “kanla yazılan okunmak değil, ezberlenmek ister.” Bu ezber, 85 yıldır zenginliğimize kurşun sıkan, onu aşağılayan, ötekileştiren, linç eden bir resimdir. Ezberlenen ise unutulmaz sanılır. Oysaki öyle değil. Ben daha ilkokuldayken binbaşı bir müdürümüz vardı. Okula ilk geldiğinde Atatürk ilke ve inkılâplarını çoğaltıp her öğrenciye dağıtmıştı. O metinde yüzlerce defa Türk kelimesi geçiyordu. Yaklaşık on sayfa ve düzyazı şeklindeki bu metni korkumuzdan olsa gerek ezberlemiştik. Ama şimdi hatırlamıyorum bile.
Onurlu insanların onursuzlar karşısındaki “yitirilmiş” cesetleriyle doludur Anadolu ve İstanbul. Daha geçen gün askerde sırtından vurulan Kürt genci Batmanlı Ergün Önen’in resmi bize ne hatırlatıyor? Ergün Önen, eğer bir çatışmada ölseydi ve de Batıdaki bir şehirde toprağa verilseydi belki de ardından binlerce kişi kahrolsun PKK, ya sev ya terk et diye ritm tutacaktı. Son üç yılda yaklaşık 100 gencin resmi bize kültürel bir yitirilmişliği de göstermiyor mu? Bu yüz genç bir çatışmada ölseydi belki de MHP ve CHP koalisyonu şimdi iktidar olmuş olacaktı. 90’lı yıllarda Ergün ile aynı kaderi paylaşmıştı Teyzemin oğlu. Ancak ezberlenmiş maalesef bozulamadı. O da İstanbul’da yaşıyordu. İstanbul’un bir rengi de oydu.
Geçen gün Panorama Müzesi(1453)’ni ziyaret ettim. Birkaç kilometre ötesinde ise tepesine minareler dikilmiş Ayasofya vardı. Yazın Sivas’ta bir Ermeni köyünü ziyaret ettim. Eski Ermeni Kilise’si cami olmuştu. Bu talan etme geleneğini düşündüğümde kültür başkenti kavramı nedense bana çok manipülatif geliyor. İstanbul’da hangi kültürlerin yaşamasına razı gelindiği aşikârdır oysaki. Yedi tepeli İstanbul’un her merkezinde yedi tane Türk pop/halk sanatçısının konseri vardı. Kültür başkenti olgusunun bir kandırmacadan ibaret olduğunu birlikte izledik.
Türk’ün olduğu kadar Kürdün, Ermeni’nin, Rum’un, Çingene’nin, Laz’ın, Süryani’nin, Çerkez’in, Alevi’nin cebinden çıkan vergilerle şatafatlı açılışlar organize etmeyi kültürel zenginlik diye yutturmak tam bir saçmalık. Bu en az Alevi’nin vergisiyle cami yaptırmak, hacca insanlar göndermek, imamlara maaş vermek, suniliği anlatan ders kitapları basmak kadar saçma. Bütün bir kültürel mirası, Türk’e ait bir imgeyle sunan kültür başkenti konsepti ile karşı karşıyayız.
Görsel sanatlar, müzik, sinema, belgesel, edebiyat, gösteri sanatları, geleneksel sanatlar, kent kültürü, eğitim vb. başlıklar üzerinden organize edilen etkinliklere bakıldığında kültürel zenginliğin “tek kimlikli” bir konseptle hazırlandığını daha iyi görürsünüz. Müzeler başlığı altında sadece bugün artık yakılıp yıkılması, taşınması, göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir takım yapılardan bahsedilebilir. Oysaki İstanbul, Türkiye ve Avrupa’nın en önemli kültürel zenginliklerini bünyesinde barındırmış ve her şeye rağmen barındırmaya devam eden bir şehir. Kendi ülkesindeki barış girişimlerine değer vermeyen bir zihniyet, Barış Sanatçıları konseri düzenlese ne çıkar. Geri planında “İstanbul Türk’e aittir ve sadece Türk kültürüyle yaşayacaktır.” konseptini gördüğümüz bu “kültür başkenti kavramı” bizi kendisinden ayıran asıl hakikatlerden biridir aslında.
Not: Bu yazı www.kulturelcogulcumgundem.com sitesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder