Tarifi İmkânsız Acılar Yaşatmak Mümkün Ya Birlikte Yaşamak!

21 Şubat 2008 günü, ABD’nin onayı ile başlayan kara harekâtının uzun süreceği tahmin edilirken 29 Şubat günü sona ermesi birçok kişinin hevesini kursağında bırakmışa benziyor. Nasıl oluyor da şanı ve şöhreti ile dillere destan TSK, bordo berelilere ve komandolara rağmen itibarına gölge düşürecek şekilde çekiliyordu ya da nasıl oluyor da PKK, bazıları nezdinde ciddi bir prestij kazanıyordu.? Bir gece yarısı ansızın sınır ötesine fırlayan Mehmetçikler nam-ı diğer Milli mücadeleciler, tereyağından kıl çeker gibi [üstelik başbakanın bile haberi olmadan ve taktik icabı!] vatan toprağına doğru nasıl oluyor da bu kadar canhıraş bir şekilde kendilerini atıveriyorlardı?
Emekli generalleri bile şaşkına çeviren bu geri çekilmenin sebebi neydi? Savaş bilançosundaki ağırlık ile hırçınlaşan Türk generallerinin, medyaya sansür koyması yetmiyormuş gibi neredeyse tüm Kürt sitelerine saldırıda bulunduğu bir esnada zafer sarhoşluğundan tef çalıp oynayanlara karşı şeytansı bir sürprizi olabilir miydi bu? Nasıl oluyor da sadece tıraşsız olmalarıyla, dağda çay demlemeleriyle, ağır yük taşımalarıyla övünülen bordo bereliler-komandolar ikinci bir Sarıkamış faciasından kılpayı kurtularak geri dönmüştü?
Döndüklerinde anlaşıldı ki her şey söylentiden ibaretti; elde ne kampların yerle bir olduğuna dair ne de gerilla cesetlerine dair tek bir fotoğraf karesi vardı. Anladık ki bazen yanlış hesap, Bağdat’tan olmasa bile başka bir yerlerden dönebiliyormuş. Dönsün de nereden olursa olsun. Daha az ölüm, daha az acı demek ne de olsa. Hiç ölüm olmaması ise birlikte yaşamanın anahtarı.
Açıklamalara bakılırsa her iki taraf da “bu savaşı biz kazandık” şeklinde beyanatlar vermekte. ABD destekli PKK tasfiye girişimi, şu an için gerçekleşmiş değil ancak gerçekleşmeyeceğine dair bir ibare de mevcut değil. Nitekim Mahir Kaynak, tasfiye sürecinin farklı alternatifleri olabileceğini dile getirmekte. Her ne kadar harekât bitmiş olsa da Türk ordusu, şansını tekrar deneme fırsatını elinden kaçırmış da değil. Nitekim ABD ve TSK kaynaklı haberler, bunun bir seçenek olarak masada tutulacağını ifade ettiler. Özellikle TSK, çizilen karizmanın yeniden inşası için elinden geleni ardına koymayacaktır. Yoksa bunlar vaaddedilen tarifi imkânsız acıların bir bölümü mü?
Son harekâttan erken dönülse de TSK’nın askeri donanım ve asker sayısı olarak gerilla ile kıyaslanamayacak bir avantaja sahip olduğu biliniyor. Özellikle ABD kaynaklı istihbarat ile beslenen uçaklar, helikopterler, tanklar, toplar, son teknoloji termal kameralar; Kürdistan’da her köye kurulan karakollar, koruculuk, itirafçılık, ihbarcılık sistemi PKK’nın işinin hiç de kolay olmayacağını göstermekte. Bu yüzden önümüzdeki beş-on yıllık süreçte Kürt hareketi, siyasal alanda halka dayalı geniş bir örgütlülük sağlayamazsa PKK’nın Türk ordusu ile baş etmesi çokta mümkün görünmüyor.
Bana kalırsa harekâtın Kürt hareketi açısında en büyük kazanımı, “neden bitmedi?” sorusunun insanlar tarafından sorulmaya başlanmasıdır. Anayasa tartışmalarının gündeme geleceği önümüzdeki günlerde bu sorunun cevabı doğru verilebilir, militarist çizgi kırılarak sivil direniş güçlü bir şekilde yaygınlaştırılabilir ve Türkiye toplumundaki ezberci/askeri tutumda yumuşama sağlanabilirse kısmen daha kapsamlı bir demokrasi projesinin önü açılabilir. Burada belirleyici olan ise ABD, AKP ve PKK’nın girişimleri olacaktır. AKP, biraz cesaretli davranıp orduya kaptırdığı inisiyatifi geri alabilirse sorunun çözümü için birtakım adımlar atılabilir.
Bazen ölüm her şeyin sorgulanmasına vesile olurken bazen de her şeyin üstüne kocaman bir örtü çekebiliyor. Giderek artan asker cenazeleri, kısmen de olsa Türk kamuoyunda tepkilerin doğmasına, izlenen politikaların sorgulanmasına vesile oldu. Gittiği yerde ağlamasın diye ağızlarında emziklerle gönderilenler gitmeden ağlıyor, gidenler ölü olarak dönüyordu. Bunda bir terslik vardı. Çoğu kişiye göre, biz ölmeye değil öldürmeye gidiyorduk. İşte bu esnada Bülent Ersoy'un 'çocuğum olsaydı askere göndermezdim' sözleri militarizme vurulmuş en çarpıcı darbelerden biri oldu.
[Temsiliyet anlamında son seçimde yaşadığı oy kayıpları nedeniyle] DTP’nin yakaladığı fırsatlardan biri ise AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımının/inisiyatifsizliğinin deşifre olmasıdır. DTP bu fırsatı iyi değerlendirip yerel seçimlerden güçlü çıkarsa hiç olmazsa bölgenin temsilcisi olduğunu iddia edebilir. Olası bir ABD destekli siyasallaştırma çabalarında kilit bir rol üstlenebilir.
Öte yandan Kuzey Irak Kürtleri de ABD-Türkiye-İsrail ittifakında bulunmanın kendileri açısından ne kadar hayati bir durum olduğunu anlamış oldular. Bu durum, PKK’yı tamamen dışlama çabalarını arttırabilir. ABD’nin Barzani ve Talabani ile hareket edin yönündeki telkinlerine Türkiye kulak verirse PKK’nın işi iyice zorlaşabilir. Kuzey Irak yönetimi, TSK’nın bölgelerindeki üslerini kapatabilirlerse halkın nezdinde kaybettikleri itibarlarını yeniden kazanabilir. Yine burada belirleyici olacak olan ABD’nin tavrı olacaktır. Şahsi görüşüm, bu harekâtta en kârlı tarafın ABD olduğudur. Hem Irak Kürtlerine hem de Türkiye’ye, “bana muhtaçsınız ve ben olmadan hiçbir adım atamazsınız.” mesajını vermiş oldu.
Harekât, büyük oranda enerjisini dağdan/gerilladan alan Kürt muhalefet potansiyelini kısmen açığa çıkardı. Bu potansiyelin nasıl örgütleneceği ve nereye kanalize edileceği ise önümüzdeki dönemde netleşecek. 1999-2004 yıllarına göz atıldığında o dönem daha güçlü olan bu potansiyelin hiç de doğru örgütlenemediği görülecektir. Gerek kültür-sanat kurumlarında, gerek belediyecilik faaliyetlerinde gerekse de halk tabanlı örgütlenmelerde Kürt siyasal hareketi başarısız olmuştu.
Harekât bir kez daha hükümete ve TSK’ya PKK’nın yalnızca dağda değil şehirlerde de yaşadığını [Diyarbakır, Kızıltepe, Adana, Mersin, Nusaybin, Van, Hakkari, Urfa, Doğu Beyazıt vb. birçok ilde ve ilçedeki gösteriler] gösterdi.1 Organize edilen mitingler Taha Akyol gibi yazarların şu soruyu sormasına vesile olması nedeniyle değerlidir: [PKK’nın eleman devşirdiği büyük vatandaş kitlesinin gönlünü nasıl kazanacağız?] Halkın tepkisi şunu gösterdi; “yüzlerce gerillayı öldürsen de onların yerini dolduracak bir o kadar insan var. PKK’nın kökünü kazımak için Kürt halkının kökünü kazımak gerekiyor. Hepsinin kökünü kazıyamayacağımıza göre bir şeyler yapmak gerek.”
Bizler bu satırları yazarken başka bir deyişle; “acaba kimin eli kimin cebinde, kim kimin arkasında, kim kimin düşmanı, kim kimden daha çok öldürdü” derken olan yine halkların bir arada yaşama iradesine oldu. Kimin kiminle ne kadar ve ne şekilde yaşamak istediği yaşanan ölümlerin artmasına veya sona ermesine vesile olacaktır. Ağızlarında emziklerle ağlayarak askere giden insanları gördükçe Rakel Dink’in bir bebekten bir katil yaratan anlayışın sorgulanmasına dair cümleleri kulaklarımızda çınlamalı. Üstelik ölen ve öldürülenden sonra da birlikte yaşamaya devam ediyoruz. Ancak bu birlikteliğin insanlara verdiği acının dozu mutluluktan fazla olmaya başlamışsa umutlar daha da tükenecek, hayallerimiz yerini ölüm ve gözyaşına bırakacaktır. İnsanların onurlarını, kimliklerini ve de canlarını kaybetmeden yaşayabileceği bir ülke umuduyla…
[1] Son harekât aynı zamanda başta İstanbul, İzmir ve Ankara olmak üzere Kürt siyasal örgütlenmesinin yetersizliğini de göstermiştir. Bu illerde hele ki İstanbul’da gerek EMEP, ÖDP, SDP gibi sol partilerle gerekse de harekâttan rahatsız olan aydınlarla ve diğer sivil toplum kuruluşları ile doğru dürüst bir toplumsal barış hareketi veya mitingi organize edilememiştir.
Not: Bu yazı Kültürel Çoğulcu Gündem ve www.bgst.org sitesinden yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kim Kopya Çekiyor? İlber Ortaylı mı Kürt Çocukları mı?

Yolun Sonu Görünmüyor

Üstünlük İdeolojisi ve Ötekinin Gücü