Dokuz Sekizlik Manipülasyon ve Romanlar
Malum biz eğitimciler, “yedi cihana nam salmış” bu memlekette sürüngen muamelesi görsek de ırkçı müfredattan bunalan beyinlerimizi birazcık dinlendirebilmek adına iki aylık yaz tatiline hak kazanmış bir camiayız. Bu dönemde, kumandanın tuşlarıyla kanaldan kanala zaplarken karşıma çıkan yarışma programlarına takılmadan edemedim. Bu programlardan biri “İlle de Roman Olsun”, diğeri de “Romanstar”dı.
Roman kültürünün popüler anlamda rağbet gördüğü dizilerden biri de daha önce Show TV’de yayınlanan Cennet Mahallesi’ydi. Dizinin ismi başlı başına Romanların hayatlarıyla dalga geçer nitelikteydi. Kuşkusuz ki Romanların yaşadığı mekânlara “cennet” yakıştırması yapanlar, Romanların hayatını “vur patlasın çal oynasın”dan ibaret olduğunu aşılama gayretindeydiler. Hem dizide hem de yarışma programlarında sürekli bir neşe ve eğlence halini yansıtanlar üçüncü sınıf vatandaşlık olgusundan, çökmeye yüz tutmuş eski binaların odalarından, anadol marka küçük kamyonetler arkasında, içi atık maddelerle, çöple, pislikle dolu eski fabrikaların izbe yerlerinde her geçen gün yoksulluktan kırılan; yaşam koşullarını gözlemlediğinizde akıl sağlığınızı yitirebileceğiniz trajik hikâyelerinden bahsetmek istemiyorlardı.
Öte yandan yarışmaları izlerken aklıma şunlar takıldı. Mesela, “İlle de Kürt Olsun, İlle de Ermeni Olsun” ya da “Kürtstar, Ermenistar” diye yarışmalar düzenlenemiyor da neden “İlle de Roman Olsun ve Romanstar” diye yarışmalar düzenlenebiliyor? Ne oldu da bunca yıldır görmezden gelinen, şehirlerin izbe köşelerine savrulan Romanlar ve onların kültürleri, magazinleştirilerek akşam sefalarının malzemesi haline getirilebiliyordu? Gırgıriye’den beri Romanları ekmeğine malzeme yapan Müjdat Gezen’in başının altından çıktığı belli bu yarışmalarda; Sulukule yıkımı ve Romanların yaşam koşulları, dilleri, kimlikleri neden bir türlü gündem olamıyordu? Yüksek voltajlı spot ışıkları altında “haydi siz oynayın biz de eğlenelim ve puanlayalım” mantığından hareketle “kendi dillerinden bir gıdım” söyleyemedikleri yarışmalara halkın desteği de fena değildi yani. Yarışmacı Romanlar, göbek atıp söyledikçe halkımız daha çok çoşuyor, daha çok mesaj çekiyordu. En iyi göbek atan, gerdan kıran yarışmacılar daha çok alkışlanıyordu fakat Ramazan’ın ilk günü evimden çıkıp Taksim’e giderken marketlerin, fırınların önünde alışveriş yarışına girenlerin yanı başında ise Roman kadınların, kucaklarında çocuklarıyla kaldırımlarda dilenmeye devam ettiklerini gözlemledim.
Ciguli, Tarık Mengüç, Kibariye, Güllü, Hüsnü Şenlendirici ile tavan yapan Roman aşkımız, bu yarışmalarda 9/8’lik sürekli bir göbek şovuna dönmüşken “iyi göbek atıyorlar fakat yine de güvenilmez ve hırsızlar” bakış açımızı hiç mi hiç değiştirmişe benzemiyordu. Roman aşkları sayesinde Müjdat Gezen, Alişan, Hüsnü, Armağan ağabeyleri milyarları cebe indirirken Romanların yaşam koşulları, dilleri, kültürleri manipüle ve asimile edilmeye devam ediyordu. Hüsnü Şenlendirici klarnetinin her notasına bastığında, milletimiz şan şöhret uğruna Roman eşini ve çocuğunu terk etmesine rağmen yeni aşkı Deniz Seki’nin çektiği aşk ızdırabına ortak oluyordu.
Tüm bunlar olurken uğradığım yerlerde ve İstanbul’da yaşadığım mahallede Romanları gözlemledim. Belden aşağısı çıplak, yalınayak, sümüklü, kire toza bulanmış çocuklarıyla, çöp ve demir yığınlarının arasında yaşamaya devam ediyorlardı. Şehrin çöplüklerinde, derme çatma barakalarında bütün gözlerden kaçarcasına kaderlerine terk edilmenin trajik hüznünü hepsinin yüzünden okumak mümkündü. Dünyada başka bir örneği olmayan bu gırgırlı, şamatalı, göbek şovlu asimilasyon, aşağılama ve dışlama politikası hiç kuşkusuz Romanların hayat koşullarının gizlenmesi için inanılmaz bir manipülasyon işlevi görüyor.
Not: Bu yazı, Kültürel Çoğulcu Gündem ve www.bgst.org sitelerinden yayınlanmıştır.
Roman kültürünün popüler anlamda rağbet gördüğü dizilerden biri de daha önce Show TV’de yayınlanan Cennet Mahallesi’ydi. Dizinin ismi başlı başına Romanların hayatlarıyla dalga geçer nitelikteydi. Kuşkusuz ki Romanların yaşadığı mekânlara “cennet” yakıştırması yapanlar, Romanların hayatını “vur patlasın çal oynasın”dan ibaret olduğunu aşılama gayretindeydiler. Hem dizide hem de yarışma programlarında sürekli bir neşe ve eğlence halini yansıtanlar üçüncü sınıf vatandaşlık olgusundan, çökmeye yüz tutmuş eski binaların odalarından, anadol marka küçük kamyonetler arkasında, içi atık maddelerle, çöple, pislikle dolu eski fabrikaların izbe yerlerinde her geçen gün yoksulluktan kırılan; yaşam koşullarını gözlemlediğinizde akıl sağlığınızı yitirebileceğiniz trajik hikâyelerinden bahsetmek istemiyorlardı.
Öte yandan yarışmaları izlerken aklıma şunlar takıldı. Mesela, “İlle de Kürt Olsun, İlle de Ermeni Olsun” ya da “Kürtstar, Ermenistar” diye yarışmalar düzenlenemiyor da neden “İlle de Roman Olsun ve Romanstar” diye yarışmalar düzenlenebiliyor? Ne oldu da bunca yıldır görmezden gelinen, şehirlerin izbe köşelerine savrulan Romanlar ve onların kültürleri, magazinleştirilerek akşam sefalarının malzemesi haline getirilebiliyordu? Gırgıriye’den beri Romanları ekmeğine malzeme yapan Müjdat Gezen’in başının altından çıktığı belli bu yarışmalarda; Sulukule yıkımı ve Romanların yaşam koşulları, dilleri, kimlikleri neden bir türlü gündem olamıyordu? Yüksek voltajlı spot ışıkları altında “haydi siz oynayın biz de eğlenelim ve puanlayalım” mantığından hareketle “kendi dillerinden bir gıdım” söyleyemedikleri yarışmalara halkın desteği de fena değildi yani. Yarışmacı Romanlar, göbek atıp söyledikçe halkımız daha çok çoşuyor, daha çok mesaj çekiyordu. En iyi göbek atan, gerdan kıran yarışmacılar daha çok alkışlanıyordu fakat Ramazan’ın ilk günü evimden çıkıp Taksim’e giderken marketlerin, fırınların önünde alışveriş yarışına girenlerin yanı başında ise Roman kadınların, kucaklarında çocuklarıyla kaldırımlarda dilenmeye devam ettiklerini gözlemledim.
Ciguli, Tarık Mengüç, Kibariye, Güllü, Hüsnü Şenlendirici ile tavan yapan Roman aşkımız, bu yarışmalarda 9/8’lik sürekli bir göbek şovuna dönmüşken “iyi göbek atıyorlar fakat yine de güvenilmez ve hırsızlar” bakış açımızı hiç mi hiç değiştirmişe benzemiyordu. Roman aşkları sayesinde Müjdat Gezen, Alişan, Hüsnü, Armağan ağabeyleri milyarları cebe indirirken Romanların yaşam koşulları, dilleri, kültürleri manipüle ve asimile edilmeye devam ediyordu. Hüsnü Şenlendirici klarnetinin her notasına bastığında, milletimiz şan şöhret uğruna Roman eşini ve çocuğunu terk etmesine rağmen yeni aşkı Deniz Seki’nin çektiği aşk ızdırabına ortak oluyordu.
Tüm bunlar olurken uğradığım yerlerde ve İstanbul’da yaşadığım mahallede Romanları gözlemledim. Belden aşağısı çıplak, yalınayak, sümüklü, kire toza bulanmış çocuklarıyla, çöp ve demir yığınlarının arasında yaşamaya devam ediyorlardı. Şehrin çöplüklerinde, derme çatma barakalarında bütün gözlerden kaçarcasına kaderlerine terk edilmenin trajik hüznünü hepsinin yüzünden okumak mümkündü. Dünyada başka bir örneği olmayan bu gırgırlı, şamatalı, göbek şovlu asimilasyon, aşağılama ve dışlama politikası hiç kuşkusuz Romanların hayat koşullarının gizlenmesi için inanılmaz bir manipülasyon işlevi görüyor.
Not: Bu yazı, Kültürel Çoğulcu Gündem ve www.bgst.org sitelerinden yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder