Hasan Bildirici İle Söyleşi


Kürtler ve devlet açısından “sorun” denen şey nedir? Nasıl oldu da Kürtler, “sorunlu” bir halk oldu?

Bu sorun, bütün bir Kürt tarihini, isyanları, Kürdistan’ın dört parçaya bölünme hikâyesini, yasağı, hileyi, dolandırılmışlığı, kardeşlik numaralarını, dil ve kültür yasağını içeriyor. Hangi birini anlatalım! 40 milyon olduğu halde devletsiz olan tek halk. Yirmi milyon olduğu halde kendi ana dilinde bir ana okulu dahi olmayan bir halk. Meclisteki milletvekilleri, ülkelerinin adını “bölge”, halkı da “bölge halkı” olarak niteliyor. Yıllar sonra anadilini kendi parasıyla öğrenmesi için lütuf cinsinden dil kursları açılıyor. Çocuklarına isim veremiyor. Alfabesindeki bazı harfleri kullanamıyor. Siyasi nitelikli mitinglerde kendi dilinde propaganda yapamıyor. Varın gerisini siz düşünün.

Çoğu aydın, Kürt sorununun artık bir dünya sorunu haline dönüştüğünü ifade ederken siz “Kürt sorununun en sonunda Türkiyelileştiğini; Kürtleri Türkiyelileştirmek isterken, sorunun Türkiyelileşmesi garip bir hal aldı.” diyorsunuz. Bu görüşünüzü biraz açar mısınız?

Öyle. Kürt sorununu, Kürt topraklarında çözmez, köylerinden boşalttığınız milyonlarca insanı Türkiye metropollerine buğday eker gibi serperseniz sorunu Türkiyelileştirirsiniz. Kürtleri Türkiyelileştirmek isterken, linci, ırkçılığı, şiddeti, ölüm ve işkenceyi Türkiyelileştirdiler. Kürtler kendi kimlikleriyle Türkiyelileşecekleri yerde, sorunları Türkiyelileşti. Bunu şöyle algılamak lazım. Hastalık bütün bünyeyi sardı. Kürt sorunu bir Kürdistan sorunuyken, şimdi Türkiye sorunu oldu. Artık bir bütün halinde Türkiye’nin bünyesini çürütüyor bu sorun.

Sorunun Türk devleti tarafından çözülmesini beklemek Kürtler açısından bir yanılgı mı? Yani Kürt sorununu çözecek olan irade kimdir ya da nedir?

Türk devleti Kürt sorununu çözemez. Hem istekleri yok hem güçleri. Sorunun kendisi olanlardan, sorunun çözümünü beklemek bana biraz affedersiniz ahmakça geliyor. Böyle karmaşık ve ağır sorunlar başka ülkelerde genellikle yeni dinamikler ve yönetimler tarafından çözülür. Türkiye’de iktidar yeniliği olmaz. İktidara gelen parti, bir süre sonra TSE damgası yemek ve aslına dönmek zorundadır. Kürt sorununu AKP’nin çözeceğini söyleyen iyimser arkadaşlarımıza, bu kaçıncı yanılgı, bu kaçıncı bahar demiştik... Erdoğan en son hepiniz Türksünüz dedi. Beğenmeyen çeker gider. Evet, ısrarla söylemek gerekiyor. Türk devleti Kürt sorununu çözemez. Çözerse zaten ortada bilinen haliyle Türk devleti denen bir şey kalmaz. Peki o zaman Kürt sorununu kim çözecek? Kürtler, kendi sorununu kendisi çözecek. El yordamıyla çözecek. Fiili kazanımlarla çözecek... Olur ya, bir tufan gelir Ortadoğu’da birçok devlet çökerse, bir ihtimal birileri arkadan Kürtleri iter, Kürtler de o zaman vay be, ortada ürkeceğim bir devlet kalmamış derler de kendi devletlerini kurarlar. Sakın olmaz demeyin.

Devlet, Kürtlerin zaten kendisiyle bir arada yaşayacağını her defasında beyan ettiğinden mi soruna karşı bu kadar pervasız, inkârcı ve sert?

Tamamıyla böyle. 1990’lı yılların başında “ver kurtul”u tartışıyorlardı devlet içinde. Doğu’yu onlara verip kurtulalım şu Kürt sorunundan diyorlardı. Ama Kürtler; “biz bir şey istemiyoruz” dediler. Kastamonulu bir çavuşun Cizre’de sürekli kalmasında bir sakınca yok dediler. Dikkat edin, en radikal talepleri olanların bile kendini ifade ettikleri tek yer Türk televizyonları veya gazeteleri... Tabi Türk basını bunu Kürtleri birbirine vuruşturmak niyetiyle yapıyor... Kürtler de, maşallahları var, birbirlerinin gözlerini oymaya yatkınlar. Yeter ki kendilerine böyle bir fırsat verilsin.

Kürt tarihine baktığımızda bir “isyan” geleneğinden rahatlıkla bahsedilebilir. İsyan etme konusunda nerdeyse uzmanlaşmış olan bir halkın, isyanları kazanımlara dönüştürmesinde ciddi sıkıntıları olduğu görülüyor. Son isyan başlayalı tam 30 yıl olmuş. İsyan etme konusunda problemleri olmayan Kürtler, iş isyandan sonrasına gelince neden başarılı olamıyorlar?

Bu kafayla başarılı olamazlar. En keskin görünenlerin bile sömürgeci kurum ve kuruluşlarla bağ kesmeye niyetleri yok. Türk okul, Türk dil, Türk siyaset, Türk parlamento, Türk basın diline yaslanmış bir hareketin başarı şansı yoktur. Kürtlerin kendi içindeki siyasal kavgalar bile sömürgeciliğe daha çok yaranma kavgasıdır. Diyelim DTP, Türk parlamentosunda. Onun yemini, onun kuralları içinde grubunu kurmuş. DTP ve PKK’ye karşı olan diğerleri ise, bu alanda yine Türklüğe ait başka olanakları kullanarak PKK’ye muhaliflik yapıyorlar. Aksiyon, Yeni Şafak ve Zaman gibi Türk –İslam sentezi organlarında her gün demeçlerini görebilirsiniz. Ya da bu gruba bağlı televizyonlardaki açık oturumlarda... Yani muhalefeti ve iktidarıyla Kürt siyasetleri Türk rejiminin olanaklarına mahkûm...

Genel anlamda bakıldığında sol ve liberal aydın kesim, “PKK’nin öncelikle silah bırakması gerektiğini; şiddet kullanıldığı sürece sorunun çözümüne dönük adımların atılmasının da zorlaştığını” dillendirirken; Kürt temsiliyetine aday bir kısım PKK’ye muhalif siyasetçi ve aydın çevrelerinin görüşüne göre; “PKK Türkiye'de demokrasinin gelişimine ve Kuzey Irak'taki Kürt Bölgesel Yönetimi'nin kazanımlarına zarar veriyor.” Ne dersiniz?

PKK olmasa Güney Kürdistan yönetimi Türk devletinin elinde oyuncak olur. Güney Kürdistan zaten geçmişte Osmanlı’ya bağlı bir eyaletti. Türk devleti hiçbir zaman Güney Kürdistan’a yönelik emellerinden vazgeçmedi. Fakat PKK öncülüğündeki Kürt sorunu, Türkiye’yi hep sınırladı. PKK gerillaları daha geçen kış Zap bölgesinde Türk devletinin burnunun direğini kırdı. PKK bence Güney Kürdistan’ın Türk devletine karşı kullanabileceği en önemli kozdur. PKK’yi tasfiye etmiş bir Türk devleti iki günde Güney Kürdistan’ı yönetimiyle birlikte sulandırır, çürütür, orayı İstanbul’a çevirir. Türk devletinin Güney Kürdistan oluşumuna vermiş olduğu tüm tavizler, PKK’ye karşı aldığı tavizlerin bir karşılığıdır. Kuzey Kürdistan’ın ana gövdesi üzerine yatmış bir devletin, kendisi için kötü bir emsal olacağı için yanı başındaki Kürde statü tanınmasına sessiz kalır mı? Bunun bir mantığı olur mu? Türk devleti, sırf Kuzey Kürdistan’da bir statü oluşmasın diye ileride Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını bile tanıyabilir. Fakat bu, Kuzey Kürdistan sorununun çözülmesi anlamına gelmez. PKK’nin silah bırakmasıyla sorunun çözüleceğine inananlar eğer aptal değillerse kesinlikle art niyetlidirler. Çünkü Kürtler daha önce 29 isyanda silah bıraktılar. Bırakın sorunun çözülmesini, en son dil ve renk yasağına kadar gelip dayandılar.

Son yıllarda Kürt hareketinin birkaç ufak sol partiyle ittifaklar yapmasını(çatı partisi arayışlarını), nasıl değerlendirmek lazım?

Bu tür ittifaklara hiçbir anlam vermiyorum. İşin özünü bu tür ittifaklara getirip dayarsanız her defasında hüsrana uğrarsınız. Kürtler statü mücadelesi verirken belki yeri geldiğinde, bir seçime dair bu tür ittifaklar yapabilirler. Fakat öyle olmuyor. Bu tür ittifaklara Kürt sorununun sanki çözümü gibiymiş bakılıyor. Diyelim böyle bir ittifak meclise 100 milletvekili gönderdi. Mecliste 100 Sırrı Sakık veya Aysel Tuğluk’un olması ne değiştirir? Ya da yüz elli tane Ahmet Türk seçildi meclise... İki seçim kanunu numarası, bir askeri açıklama, üç de mahkeme soruşturmasıyla süreç bitirilir... Kürt sorunu bunun dışında bir şeydir.

Kürtler, temsilcileri tarafından temsil edilebiliyorlar mı?

Hayır... Temsil, sağlanmış temsil koşullarında olur. Kürtlerin oyu ile meclise seçilenler namus şeref üzerine Türklük yemini yaptılar. Daha orada kaybettiler. İşin garip yanı şu: Kürt yoksullarına hep ölüm, isyan, göç, sürgün, dağ yolculukları düşüyor; hatta 7 yaşındaki Kürt çocuklar sömürgeci güçlere taş fırlatıyor; bunun için ölüyor, tutuklanıyor; fakat oyla seçilmiş olanlar ise efendilik yapmaya çalışıyorlar. Türk sistemini ürkütmemek için her türlü inceliği sergiliyorlar...

Kürt hareketi açısından örgütlü sivil direniş ve halk muhalefetine dayalı kurumsal yapılanmaları ön gören açılımlar hayata geçirilebiliyor mu?

Geçmiyor. DTP yerine hep Kürdistan Halk Cephesi iktidarını savunuyorum. Diyarbakır, Cizre, Şırnak... Kürdistan köy ve şehirlerini halk cephesi yönetmeli. Sokağın dili ağırdır, kararlıdır, numaradan incelik tanımaz, sorunun kendisi ne ise onu ortaya koyar ve çözer. Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinde Halk İnisiyatifleri var... Halk İnisiyatifleri kendi içinde demokratik ve farklılıklara hoş görü gösteren bir tarzla şehir yönetimlerinde etkili olabilir. Halk inisiyatifleriyle yapılacak ortak çalışmalarda milletvekili adayları belirlenebilir. Şehrin yönetimi tartışılabilir. Fakat ilginçtir, birçok Kürt çevresi Kürt halkının inisiyatifini anti demokratik bulup, Türk sistemine yaslanacaktır... DTP dahi Halk Cephesinin inisiyatifini kabul etmez. Bu, Kürtlerin ulusal disiplinden ne kadar uzak olduklarının bir işaretidir aslında.

Bir roman yazarı olarak; özellikle kimlik mücadelesi öncelikleri bağlamında kültür ve sanatın ikincilleştirildiğinden bahsetmek mümkün mü? Kürtlerin siyasal mücadelelerinin yanı sıra kültürel mücadeleye biçtiği değer hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Benim bugüne kadar sekiz kitabım yayınlandı. Kürtlerin kitaba ilgisi kesinlikle az değil. Arayış halinde bir halk. Kitaplarım basılır basılmaz tükendi. Okuma yazma bilmeyen Kürt ailelerin bile festivallerde kitap aldığını biliyorum. Kültür ayrıca daha çok bireysel çaba gerektiren bir alan. Kurumların desteğiyle iyi roman yazılamaz. Kurumların desteğiyle iyi resim de yapılamaz. Ancak şöyle olabilir: Halk adına ulus olanaklarını kullanan bir hareket veya parti, çalışmalarını planlarken kültüre gerekli önem vermeyi programına alır. Bütçesi varsa bütçe ayırır. Kültürel etkinlikler düzenler... Kürtler bunu bir ölçüde yapmaya çalışıyor. Kürt kültürünün ve sanatının arzulanan düzeyde gelişebilmesi için Kürtçe’nin öncelikle bir eğitim, bir devlet dili olması gerekiyor. Kürtlüğün bir statüye sahip olması gerekiyor. Yaşadığım Avrupa şehrinde, devlet beş bin Kürt aileye çocukların Kürtçe öğrenebilmesi için bir sınıf açtı. Öğretmenin ücretini de devlet ödedi. Fakat sınıfı devam ettirmek için on iki öğrenci bulamadık ve sınıf kapandı. Kürtler bu durumda kendilerini suçladı. Halbuki ilgisi yok. Kürtçe çocuğa ilginç gelmiyor. Çünkü sokakta ve derste günlük kullandığı bir dil değil. Çünkü zaten diğer derslerden bunalmış olan çocuğa Kürtçe’nin ek olarak katacağı bir şey yok. Kürt dil kursları da bu nedenle kapandı. Kürtçe bir anadilidir. Zorunlu bir eğitim dili olmadıkça Kürtçe öğrenmek bir hobi olarak kalacak ve hobi uğraşlarla da bir ulusun kültürel geleceği dokunamayacaktır.

Bir Kürt aydını olarak, roman yazıyorsunuz, günde yüzlerce kişinin ziyaret ettiği bir siteyi yönetiyorsunuz, düzenli olarak gündeme dair yazılar yazıyorsunuz, bazen söyleşilere katıldığınızı okuyoruz. Sorumlukları bağlamında siz Kürt aydınını siz nasıl gözlemliyorsunuz?

Kürt aydını cesur olmak zorunda. Sömürgecilikle olan ticari ve duygusal bağlarını koparmak zorunda. Çocuğunun anadilini yasaklayan bir sisteme hoş görülü olamaz Kürt aydını. Halka, devletle ilişkilerinde iyimserlik öğütleyemez. Aydın demek, ulusa yönelik her türlü şiddet, zulüm ve yasağı beyninde ve yüreğinde hisseden kişidir. Bunu bu kadar derinden hisseden bir aydının rahat olması olanaksızdır. Sokaklarda yedi yaşında taş atan bir Kürt çocuğundan daha geri bir yüreğe sahip olunduğunda, nasıl aydın olunacak? Aydın olmak sadece güzel birkaç kitap yazmak, arada bir televizyona çıkıp iyimser bir iki açıklama yapmak veya Türk devletinin sağladığı basın olanakları içinde birbirinin gözünü oymak değildir. Yapabilsem, Cizre’ye, Şırnak’a, Diyarbakır’a gidip çocuklarla, gençlerle aynı barikatlarda buluşurum. O minik yavrularla sömürgeci katillere taş atmak istiyor canım. Herhalde kitap yazma ve okuma zamanım yine olur...

Hemen herkesin bir çözüm planı var. Sizin açınızdan çözüm nedir?

Kürt nüfusu oranında Türk devletinin Kürtleştirilmesi. Kürdistan bölgesindeki devletin, Kürdün her türlü ihtiyacını karşılayacak bir şekilde tepeden tırnağa yeniden düzenlenmesi... Kürt dil kurumu, Kürt radyo televizyonu, Kürt postanesi, Kürt milli eğitimi... Madem Kürtler var ve burası Kürdistan’dır, bir arada yaşanacaksa hakkımız olan yerin, hakkımız olan yerdeki devletin Kürtlere göre örgütlenmesi lazım. Bir arada yaşamanın koşulu bu. Bunun adı Kürt federasyonudur.... Eğer bu olmayacaksa, adım adım Kürdistan’daki sömürgeci Türk ırk kurumlarını çürütüp, bağımsızlık talep etmek ve bunun gereklerini yerine getirmek temel uğraş olmalı. Kürdistan’nın özgürlüğe gidebilmesi için mücadele direksiyonun maaş kesintisinden, memurluktan atılmaktan, hakkında dava açılmasından, hedef seçilmesinden korkan kişilerden alınıp halka verilmesi gerekiyor. Sokakların ve mücadelenin dili olan sokağın halk cephesi her alanda iktidara... Halkın hata yapmasından korkanlar yüz senedir milyonların ölümüne ve ıstırabına neden olan sonuç alamamış isyan önderlerinin siyasal hatalarına dönüp baksınlar...

Biraz da www.kurdistan-post.org sitesine değinmekte fayda görüyorum. Kurdistan Post sitesinin izlenme oranlarının yüksek olduğu bilgisine sahibiz. Son olarak durum nedir? Siz bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürdistan-Post, kendi halinde yol alan bir internet gazetesidir. Sanırım epeyi ilgi gören bir site. İlginin bu kadar olması, Kurdistan –Post’u babamızın çiftliği, Kürtler arası gerilimin odak noktası veya siyasal tarikatımızın bir açılımı gibi kullanmamamızdan kaynaklanıyor. Bizler Kürdistan-Post’u, Kürt ulusuna ait bir basın organı şeklinde görüyoruz. Bu sitede, kişilik haklarına saldırı yapılmadığı takdirde her türlü eleştiri yer alabilir. Sitenin isim sahibi Yaşar Kaya’dır. Ben de sitenin günlük yazılarıyla uğraşıyorum. Yaşar Kaya da ben de Kürtler arası özgür tartışmalara önem veren kişileriz. Yaşar Kaya ile aramızda en ufak bir ticari ilişki, para ilişkisi yoktur. Kürdistan-Post’un herhangi bir gelir kaynağı ve dayandığı yer de yoktur. Yeri gelmişken, yine hiçbir karşılık beklemeden sitenin teknik işleriyle uğraşan Fırat arkadaşımızın adını anmak isterim. Üniversite okuyan gençliğinin gerisinde inanılmaz bir Kürdistan sevdası var...

Kurdistan Post etrafında yeterli aydın buluşmasının yaşandığını düşünüyor musunuz?

Yeterli değil. Bu konuda en çok çaba harcaması gereken benim, zaman sorunum var. Ancak teklife de gerek yok. Özlemlerinin ve fikirlerinin en azından bir kısmını Kurdistan-Post’ta gören her arkadaş yazabilmeli ve ilişkiye geçebilmelidir.

Son olarak sitenin daha kapsamlı bir hale getirilmesi için ne yapılması gerekiyor? Somut ihtiyaçlar nelerdir?

Bazen çok basit araçlarla çok önemli işler yapılabilir. Kurdistan-Post’u hep yazılı bir basın olarak düşündük. Bu Yaşar Kaya’nın da özlemidir. Ancak olanaklarımız saygın bir Kürdistan-Post Gazetesi çıkarmaya elverişli değil. Bu iş aynı zamanda ticari bir iştir. Ben bir gazetenin yazılarını yönetmek isterim... Parasını değil... Keşke varlıklı beş-on Kürt bir araya gelse, pırıl pırıl bir binada basın yayın işlerine başlasa, bizler de böyle bir gazetenin emekçileri olsak... Aslında belki gerekli bir çaba ile böyle büyük bir gazetenin kurulmasını sağlayabiliriz. Fakat o zaman da adımız tüccara çıkar... Tüccarlık kötü bir şey değil. Fakat yazarlıkla tüccarlığı kesinlikle birbirine karıştırmamak gerekiyor...


--------------------------------------------------------------------------------
Hasan Bildirici, 1960 yılında Bitlis’e bağlı Ahlat ilçesinde doğdu. Ortaokulu Tatvan’da, Ziraat Okulu’nu Malatya’da okudu. Çeşitli illerde üç yıl boyunca ziraat teknisyenliği yaptı. 12 Eylül askeri darbesinde tutuklandı. 12 yıl boyunca cezaevinde yattı. 1992 yılında Özgür Gündem gazetesinin kuruluşunda yer aldı. Gazetenin yayın yönetmenliği görevini üstlendi. 1993 yılında, Bekaa-Yaratılan Toprak ve Ülkeye Dönüş adlı romanlarından sonra hapis ve para cezalarına çarptırılınca sürgüne çıkmak zorunda kaldı. Hasan Bildiri’ci şu an İsviçre’de yaşamakta ve www.kurdistan-post-org sitesinin editörlüğünü yapıyor. Şu ana kadar yayınlanmış kitapları şunlardır: Yasak Ülkenin Günlüğü, Ülkeye Dönüş, Bekaa-Yaratılan Toprak, Kürt Halkının Dostları Kimlerdir, Van Gölü’nde Yılanlı Bir Günün Esrarı, Şervan, Son Mektup ve Dönüşü Olmayan Yol.

Not: Bu yazı Kültürel Çoğulcu Gündem ve Kürdistan Post sitelerinden yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Leyla Zana'ya Destek İçin İmza Kampanyası Etik mi?

Kom Geleneğinin Oluşumu ve Sanata Biçilen Roller

Bir Varmış Bir Yokmuş!